Salgın sürecinin de etkisi ile daha önceki yıllar yaşanan, yoğun bir tempoda geçen Ramazan, bu yıl daha sakin ve durağan geçiyor.
Sokağa çıkma kısıtlamaları, toplumun kaynaşmasına ve Ramazan'ın şuuruyla idrak edilmesine büyük engel oluşturuyor.
Bayramı da içine kattığımızda bu sorunun daha da derinleşeceği görülmektedir. Bu ay insanların ibadet bilinciyle birbirine daha çok yaklaştıkları, psikolojik ve bedensel olarak bir bakıma tedavi oldukları ve İslam’ın sosyal yönünün ön plana çıktığı zaman dilimidir.

TOPLUMSAL UÇURUM

İnsanın psikolojisini bozan bu yalnızlık duygusuyla hayat bitmekte, zaman ve mekân algısı kaybedilmektedir.
İşte bu yaşadığımız süreçteki -tam kapanma- içe kapanma durumu ki ekonomik şartları farklı olan kesimleri birbirine daha da yabancılaştırmaktadır.
Varlıklı-yoksul arasındaki uçurumu ortadan kaldıran ibadetler de gittikçe anlamını kaybetmektedir.
Bu anlamsızlık bireyi sindirdiği gibi toplumun tümüne sirayet etmekte ve teknolojinin de etkisiyle derin yozlaşmalara ve toplumsal depresyonlara neden olmaktadır.
Bu noktada zekât ve sadaka gibi sosyal düzene maddi ve manevi katkı sağlayan ve refahı tabana yayan ibadetlerin önemi daha iyi anlaşılmaktadır.
Sosyal adaletin sağlanması açısından çok değerli olan bu ibadetler aynı zamanda toplumsal ve bireysel krizlerin önünde de büyük bir set oluşturmaktadır. Sosyal devlet anlayışının ciddi bir şekilde zedelendiği açıktır.
Salgın sürecinde yetkililer gerekli önlemleri almakta yetersiz kalarak, kötü bir yönetim örneği sergilemişlerdir.
Geçim sıkıntısının derinleştiği, toplumun büyük bir kısmının açlık sınırında yaşadığı göz önüne alındığında suç oranlarının artması ve bunun neticesi olarak intihar vakalarına yansıması kaçınılmaz bir sonuçtur.
Bu tür trajik olayların artması toplumun moral ve motivasyonunu da bozmaktadır. Bilinmelidir ki İslam; toplumu ve bireyleri huzurlu, mutlu yapacak emir ve yasakları bünyesinde barındırmaktadır.

TÜKENİŞİN SON NOKTASI: İNTİHAR

Yaşanan süreçte ramazanın ruhuna uymayan bazı sonuçlar ortaya çıkıyor. Beklentilerin aksine, bireysel yalnızlıklar artıyor ve toplumsal ünsiyet ve dayanışma yok oluyor. Nihayet; ramazan günlerinde intihar olaylarının artması da bunun bir sonucu olsa gerektir.
İntihar, yani kişinin kendi hayatına son vermesi; bir kimse için tükenmişliğin son noktasıdır. Araştırmalar birçok sebebinin varlığını ortaya koysa da sosyal medyaya yansıyanlardan ve bunu gerçekleştirenlerin bıraktıkları notlardan anlaşıldığı kadarıyla intiharın temelde iki nedeni olduğu anlaşılmaktadır. Birinci sebep yalnızlık psikolojisi, ikincisi de ekonomik nedenler.
Bunun için acilen bir eylem planının ortaya konulması ve tedbir alınması şarttır. Çünkü hemen her gün benzer sebeplerle birçok insan bu eyleme başvurmaya başlamıştır.
İntiharın bulaşıcı bir yönünün olduğu söylense de insanları buna iten sebepler mutlaka araştırılmalıdır. Şehirleşmenin etkisiyle ortaya çıkan yeni tip yaşam tarzı, toplum içinde insanların içe kapanmasına yol açmakta böylece “kalabalıklar içerisinde yalnızlık sendromu” baş göstermektedir.
Yandaş kitlenin, intiharları iktidara karşı bir çeşit protesto sanması/sunması karşısında söyleyecek sözümüz yok. Sözün/insanlığın bittiği yerdeyiz.

RAMAZAN’IN RUHUNA DÖNMELİYİZ

Bu noktada Müslümanlara düşen temel görev yardımlaşmada yarışmak, kardeşlik bağlarını güçlendirmek, iletişimi artırmak, komşuluk, sıla-i rahim, kimsesiz ve yetimlere sahip çıkmak gibi güzel davranışlarımızı artıracak tavırlar sergileyerek, toplumun yardım çığlığına kayıtsız kalmamaktır.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturuyla; Müslümanların bir bedenin parçaları olduğunu, bu azaların birinin zarar görmesi durumunda, bütün bedenin etkileneceği uyarısıyla bu noktadaki bilinci artırmalıyız.
“Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” diyen bir Peygamberin (as) ümmetinin yaşadığı coğrafyada herhangi bir müslü