Göç, mülteci, iltica, sığınma, misafir ve geçici koruma gibi terimleri son günlerde sıkça duyuyoruz.

Uzun yıllardır gündemde olsa da son birkaç haftadır Afganistan'da yaşanan olaylar çerçevesinde Taliban'ın güçlenmesi ve ülkeyi büyük ölçüde kontrolü altına almasıyla İran sınırı üzerinden binlerce Afganlının ülke sınırımızdan yığınlar halinde geçmesiyle yeniden ana gündem maddemiz oldu.

Ne var ki bu geçişler neticesinde Afganlardan çok, Suriyelilere karşı tepki oluştu. Sınırdan Afganlılar geliyor, ama ülkenin birçok noktasında vatandaşlarımız koro halinde “Suriyeliler evine dönsün” sloganları ile tepkilerini dile getiriyorlar. Çünkü ülkede birtakım çevrelerde göçmenlerle ilgili belirsizliğin verdiği bir endişe yaşanıyor.

Maalesef bu konuda kamu yöneticileri,kamuoyunu yeterli derecede tatmin edip, halkı teskin eden bir tutum içerisinde olmadı. Vatandaşımıza ikna edici yeterli bilgi verilmiyor. Mesela ülkemizde kaç Suriyeli vatandaş ikamet ediyor, kaç Afganlı mülteci var, başka ülkelerden gelen göçmenler kaç kişi? Bunların ne kadarı hangi vilayetlerde yaşıyor, dağılımları nasıl? Bunlardan kaç tanesine vatandaşlık verildi? Bu tür bilgiler kamuoyuyla paylaşılmıyor. Bu bilgiler çoğunlukla Sivil Toplum Örgütlerinin raporları ya da akademik çalışmalarda yer alan verilere dayanıyor.

RESMİ GÖÇMEN STATÜSÜ

On yılı aşkın süredir Suriye'den gelen mültecilerin hiçbiri “resmi göçmen/mülteci” statüsünde kabul edilmiyor.

Şaşıracaksınız ama kanunlarımıza göre yalnızca Avrupa Birliği üyesi ülkelerden gelen sığınmacılar, mülteci kabul ediliyor. Ülkemizdeki 10 milyonu aşkın yabancı sığınmacı içinde resmi olarak yalnızca 18-20 kişi mülteci statüsünde.

Yani bir Alman, Hollandalı ya da bir Macar “ben size sığınmak istiyorum” derse o resmen mülteci kabul ediliyor. Mülteci statüsünde olduğu için de uluslararası yasalarla “güvence altına alınan” bazı haklara sahip oluyor.

Bunun dışındakilerin hiçbiri bu statüye sahip değil. Onlar “geçici sığınmacı” kabul ediliyor.

Bu konuda birinci sorunumuz; belirsizlik ve politikasızlık içerisinde olunmasıdır. Ülkemizde bulunan milyonlarca yabancı insanın topluma kazandırılması, entegre edilmesi, meslekleri, istihdamları, eğitimleri, sağlık ve sosyal güvenceleri, ikametleri ile ilgili gelecek dönemde herhangi bir plan ve hedef var mıdır, hiçbirini bilmiyoruz.

Bu durumdan vatandaşlarımız doğal olarak tedirgin oluyor. Aslında yabancıların varlığından tedirginlik duyan vatandaşlarımızı anlayışla karşılamak gerekir. Zihinlerinde oluşan bu muğlak sorulara yeterince cevap bulamadıklarından böyle bir endişe ve kaygı taşımaları normaldir.

ENSAR-MUHACİR KARDEŞLİĞİ

Bu topraklar, tarihi müktesebatıyla geçmişten günümüze tüm insanlığa kucak açmış, mazlumun her daim yanında yer almıştır. Kadim bir medeniyete ev sahipliği yapan milletimiz ensar-muhacir kardeşliğini her zaman yerine getirmiştir.

Geçmişinde de muhacirlik olan bu millet; tarihte farklı dil, inanç ve görüşten insanları barındıran bir ülke olarak, dün olduğu gibi bugün de bunu yapabilir.

Mahalleyi başı boş bulan bazı seçilmişlerin ve siyasilerin vicdanları yaralayan ve rahatsız eden açıklamalarına acıyla şahit olunuyor. Vatanını terk etmek zorunda kalan mazlum ve mağdur insanlara faturayı kesmeye çalışmak ne kadar doğru onu da vicdanlara havale ediyoruz.

Geçmişte Kafkaslardan ve Balkanlardan göç edip, açlık-sefalet içinde sokaklarda yatanlar, şimdi dışarıdan gelenlere karşı çıkıyor. Daha dünkü muhacirler, bugün etnik milliyetçilik yapıyor. Bu ne perhiz!

KAYIT DIŞILIK VE SONUÇLARI

Bu konuda ikinci önemli sorun da ülkemizdeki yabancılara ilişkin yeterli bilgi ve kayıtların olmaması, veri tabanı oluşturulmamasıdır.

Bu kayıtsızlık mültecilerin de mağduriyetlerine sebep oluyor. Sahip oldukları haklar bilinmiyor, emek sömürüsü yaşıyorlar ve bulundukları boşluk neticesinde suç örgütlerinin eline itiliyorlar, insan ticaretine ve mafyavari ortamlara maruz kalıyorlar. Bu durum yasadışı oluşumların elini güçlendiriyor.

Bütün bunlarla birlikte sınırlarımızdan kontrolsüz bir şekilde gelenler içerisinde ülkemize zarar verecek kişilerin ve ajanların da girişi mümkündür. Bu da ancak sistemli bir kayıt kontrol mekanizmasıyla çözülebilir.

Özetle hemen her konuda olduğu gibi bir plansızlık, programsızlık ve öngörememezlik ülkemizi ciddi olarak perişan ediyor.

Gerçi yarın doların kaç lira olacağını, enflasyonun ya da kimin hangi görevden alınıp-atanacağını da bilmiyoruz.

Bu da ayrı bir muamma...