Ülkemiz önemli bir krizin eşiğinden -şimdilik- dönmüş görünüyor. Geçtiğimiz hafta Avrupa Birliği ülkelerinin büyükelçileri, dört yıldır tutuklu bulunan bir sanığın serbest bırakılmasına ilişkin açıklaması, ülkeyi aniden gerdi ve yeni bir kriz sürecini başlattı.

Doğal refleksin gereği olarak, ülke yöneticileri de bunu şiddetle kınayarak tepki verdi. Yaşanan gerginlik üzerine piyasalarda ani hareketlilik sonrası dolar tarihi zirveleri zorlayarak 10 liraya yakın bir rakama ulaştı.

Krize neden olan şahıs, kamuoyunda çok bilinen birisi değil, ama hükümet yetkilileri ile bir dönem çözüm sürecinde aynı masada toplanıp konuştuğu, haşir neşir olduğu arşivlerdeki fotoğraflardan anlaşılıyor.

Bildiğimiz kadarıyla zamanında “mahalleye” uzak olmamış, hatta çok eski olmayan bir zamana kadar hükümetin masalarında yer almış.

Kaldı ki kendisi Soros Vakfı’yla iş çevirmekle suçlanıyor. Bu vakfın da hükümet nezdinde meşruiyetinde tereddüt yok. Sayın Bülent Arınç, “Soros bir zamanlar AK Parti olarak bizim de baş tacımızdı” sözüyle geçmişte yedikleri içtiklerinin ayrı gitmediğini ortaya koydu. Ne zaman ki araları bozuldu bu da diğerleri gibi birden terörist ilan edildi.

İddiaya göre, Gezi eylemlerinin planlayıcısı olmakla suçlandığı, bu nedenle 2017’de tutuklandığı, sonra da 15 Temmuz darbe girişimi iddiasıyla suçlandığı biliniyor.

GEZİ OLAYLARI VE DIŞ GÜÇLER

Büyükelçilerin açıklaması asla mazur görülemez. Bu girişim, uluslararası sözleşmelere de aykırıdır. (Viyana Antlaşması, 41. Madde).

Bu açıklamalarıyla kendilerine medeni diyen birçok Batılı ülkenin; kendilerinin de bu hukuki noktalarda ne kadar kirli çamaşırlarının olduğu cümle âlem tarafından bilinmektedir.

Bunu bir tarafa bırakıyoruz. Böyle bir durumda yapılması gereken; davanın ivedilikle sonuçlandırılması, hızla yargılamanın yürütülmesi; şayet masum ise üzerindeki durumun izalesi, suçlu ise derhal cezanın verilmesidir. Böylece kamu vicdanı da rahatlayacak, hiç kimsenin de söz söyleme fırsatı olmayacaktır. Gündemdeki bu dava Anayasa Mahkemesi’nin bile kendi içinde kararsız kalarak bir oy çokluğuyla aldığı tutukluluk halinin devamı kararı, öyle ortada kesin kanaatin de olmadığını gösteriyor.

Gerçekten Gezi olaylarının planlayıcısı, azmettiricisi midir bilmiyoruz. Bunu yargı bilir. Eğer elde sabit ve somut deliller varsa, yargılama süreci sürüncemeye bırakılmadan gerekli cezai müeyyide uygulanmalıydı. Bu tür davaların uzatılması hiç kimseye fayda vermediği gibi dış güçlerin eline de koz vermektedir.

Batılılar, Türkiye’de insan hakları, hukuk hâkim olsun diye değil, başka niyetlerle bu tür girişimler içerisindedirler. İyi niyetli olmadıklarında kuşku yok ama onlara da bu tarz durumlarla malzeme verilmemelidir.

BATILILAR VE SAMİMİYET!

Uluslararası arenada bize ayar vermeye çalışanların eline fırsat verilmemelidir. Esasen yapılması gereken şey özellikle bu tip davalarda profesyonel davranılmalı ve hukuki açıdan yapılan işin altyapısı, zemini sağlam olmalı, doğru üslup kullanılmalıdır. Faraziyeler üzerinden iş yapılmamalıdır.

Sonuçta mezkûr davada bahsedildiği gibi bir toplantı yapılmış ise toplantı tutanağı, alınan kararlar ve katılımcı listesi paylaşılmalı, ses kayıtları, görüntüler yayınlanmalı, para akışı, dekontlar ortaya konulmalı, gerekli tüm deliller şüpheye yer vermeyecek şekilde adli mercilere teslim edilmeli, böylece kimsenin itirazına mahal bırakılmamalıdır.

Toplantı yapıldığı bilgisine sahip olup, ne konuşulduğunun meçhul olduğu hangi kararların alındığı, kimlerin katıldığı ve bu işe yönelik diğer detaylar şaibeli olduğu bir dönemde sadece tahminler üzerinden bir girişimde bulunmak da hukuki bir sonuç doğurmayabilir.

MİLLETİMİZİN DAYANACAK GÜCÜ KALMADI

Gelelim sadede. Ülkenin artık yeni bir krizi kaldıracak gücü kalmamıştır. Bugün insanların korona sonrası işini kaybettiği, enflasyon altında ezildiği, ekonomik sıkıntı çektiği bir dönemde; çevresinde yaşanan savaşların acısını hissettiği, üretimin yok olmayla karşı karşıya kaldığı-azaldığı, iğneden ipliğe, arpadan buğdaya her şeyin ithal edildiği ve tamamen dışa bağımlı bir ülke durumdayız.

Ülkede ilgili bakanların da mevcut durumla ilgili çözüme dayalı hiçbir konuşmasının olmadığı ya tamamen sustuğu ya da siyasi manipülasyon peşinde olduğu bir dönemi yaşıyoruz.

“Maaşı dolarla mı dövizle mi alıyorsun?” lafı da Türkiye’nin bu kadar çok dışa bağımlı olduğu bir dönemde ancak gülünecek trajikomik bir laf olmaktan öte geçmiyor. Her şeyin dolarla hareketlendiği, dolara bağlı olduğu bir dönemde bu söz, halkın aklıyla alay etmekten ve aldatmaktan başka bir şey değildir.

Bugün ülkede gerçek manada döviz rezervinin ve kamu borç stokunun ne olduğu meçhul; değişik rakamlar, yanlı tablolar ve aldatıcı göstergeler ile insanlar doğru ve yeterince bilgilendirilmiyor.

2023, 2053, 2071 HEDEFLERİ!

Sonuç olarak, “Herkesin cebinde kameralı cep telefonu var. Kapıcının evinde bile araba var. AVM’lerin otoparkları dolu, mağazanın önünde kuyruk var” gibi hayali, hamaset kokan, ucuz zekâ ürünü ifadeler yerine gerçek çözüm odaklı halkı anlayan, sorunlarına duyarlı politikaları uygulamaya koyma vakti geldi de geçiyor da. Artık yaraya pansuman yapmak değil, tedavi etmenin zamanı geldi geçiyor.

Her işten kriz, her krizden istismar, her istismardan zafer beklentisine artık bu milletin tahammülü kalmadı. Toplumu daha fazla germemeli, ülkenin acilen çözülmesi gereken o kadar sorunu varken ülke gündemi basit işlerle meşgul edilmemelidir.

Sorunlar ötelenerek; 2023, 2053 ve 2071 hedeflerine bırakılarak, “Önümüzdeki seçim Türkiye’nin en önemli seçimidir”, “Gazze’de fişekler patlayacak” sloganlarından öte bir şeyler yapmanın zamanı geldi de geçiyor da...