Ülkede kriz bolluğu var, krizlere her gün bir yenisi ekleniyor, hızına yetişilemiyor. İyi analiz edilmemiş, enine boyuna hesaplanmadan alınan kararlar, krizlerin ana kaynağını oluşturuyor. Ancak yetkili makamlar tüm uyarılara rağmen bu kaotik kararlarına ve uygulamalarına bir yenisini daha eklemekten imtina etmiyor.
Kriz üretmekte pek mahiriz ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de çoğunlukla kendi elimizle yaptığımız, çok iyi olacak diye mücadele ettiğimiz, uğruna herkesi kırıp döktüğümüz, itirazlara kulak tıkadığımız, tehlikelerini görünce de tekrar değiştirmek için çözüm aradığımız bir durumla karşı karşıyayız.
Bir süredir ülke gündemini meşgul eden yüzde 50+1 tartışmaları seçime kadar devam edecek gibi gözüküyor.
Yeni sistemin meydana getirdiği kasvetli havanın, ülkenin başına bela olacağı belliydi. Ancak bunu kimse görmek istemedi, uyaranlar hainlikle suçlandı. Ön yargıyla, geleceği düşünmeden, konu sadece Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsına endekslendi sonrası ciddiye alınmadı.
SİSTEMİN TEMEL SORUNU
Öncelikle şunu belirtelim Millî Görüş Lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 1969 yılında siyaset sahnesine çıkıp Konya Milletvekili olarak Meclis’e girdiğinde verdiği ilk kanun teklifi, cumhurbaşkanını halkın seçmesiydi.
Elbette cumhurbaşkanını halk seçmeli. Ancak “denetlenemeyen, kanun ve kararların bir kişinin iki dudağının arasında olduğu tek adam yönetimi” sorun teşkil ediyor. Savunanlar da bu durumu bildikleri halde, “İlelebet biz seçileceğiz, bizden başka kimse bu göreve gelemeyecek” edasında olduklarından gözleri hiçbir şey görmüyordu.
Burada iktidar ve muhalefetin farklı sorunları var. Birinci grup, 50+1'le seçilebilme derdinde. İkinci grubun ise sistemin denetimiyle ilgili kaygısı var. Bu nedenle de yeni model herkes için kriz oluşturuyor diyebiliriz.
Bu gruba göre tüm kararların denetimsiz oluşuyla, keyfi uygulamalara zemin hazırlaması ve ülkenin KHK’larla yönetilmesi temel sorunu teşkil etmektedir. Kuvvetler ayrılığı güçlü olan yönetimlerde, keyfi uygulamalarda mahkemeler devreye girer ve yanlış yapıldığında dur diyebilir.
Gelişmiş birçok ülkede görüldüğü üzere mesela; Amerika’da eyalet savcısı, başkanın hukuka aykırı uygulamalarına dur diyerek kamu vicdanını ve otoritesini kullanabilmektedir. Nitekim mütemadiyen bu duruma şahit olunmaktadır.
KANDIRANLAR VE KANDIRILANLAR
Durumdan, görüldüğü kadarıyla iktidar da memnun değil. Geçtiğimiz günlerde iktidarın eski bir vekili, “Bizi kandırmışlar, 50+1 aldatmacaymış” mealinde bir söz sarf etti. Bu sisteme oy veren, kanunun çıkmasına el kaldıranların içinde kendileri de bulunduğuna göre, “Acaba siz de mi aldatanlardansınız?” diye sormazlar mı?
Milletvekillerinin bu kadar düşüncesiz, basiretsiz, ferasetsiz olamayacağına göre göz göre göre ve bile bile “liderlerine kalleşlik yaptılar, bunlar da aldattı!” denilebilir mi?
Tabi aynı vekillerin ülkenin geleceğini AK Parti'nin geleceği ile eşitlemeleri de doğru değildir. Ülkemiz bir partiden daha büyüktür. Bir parti, tek başına ülkenin kendisi olamaz.
İKTİDARLARIN YANILGISI
Bugün böyle de geçmişte durum farklı mıydı? Tabi ki değildi. Ülkemizde muhalefetin en güçlü partisi parlamenter yapıda, sistemi kendi çıkarlarına alet etti. O dönemin de kirli çamaşırı çok. CHP kendi zihniyetine uygun üyelerin bulunduğu dönemde başörtüsünü AYM'ye taşıdığı gibi o dönem yasağı savunan açıklamalar da yaptı.
Sorun parlamenter demokrasiye dönüş meselesi değildir. Mesele iktidar sahiplerinin şahsi menfaatlerini siyasi emelleriyle birleştirmelerinden ibarettir. Özetle partilerin muhalefetteyken sorun addettikleri meseleleri, iktidara gelince devam ettirmeleridir.
Evet, başkanlık sistemi ülkemizde büyük krize neden olmuş ve devlet aklı yitirilmiştir. Unutulmamalı ki herkes, her yönetim gelir-gider ama kurumlar bakidir.
Sistemi oluştururken “biz ve bizden yana olanlar ilelebet var olacak” düşüncesiyle kişiye endeksli değil geleceği de düşünerek bir çözüm arayışına girilmelidir.
Memleketin selameti ve âli menfaatleri söz konusu olduğunda, şahısların ve partilerin çıkarları düşünülemez.