Sevgili okurlarım! Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kurucusu, ilk Genel Başkanı ve değişmez önderi Mustafa Kemal Atatürk’tür. CHP, programındaki anlamlarıyla Atatürkçülüğün “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik” ilkelerine bağlıdır. Tüzüğüne göre CHP, başta Kurtuluş Savaşımız olmak üzere aydınlanma ideallerini, emek mücadelelerini, sosyal demokrasinin özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkelerini benimseyen çağdaş demokratik sol bir siyasal partidir.
Ancak 1946’dan, hatta daha öncelerden başlayarak, Atatürk ilkeleri bugüne değin her alanda ihmale uğramıştır. Çok partili yaşama geçildiğinden beri, CHP eski devrimci yönünü yitirmiş, seçimlerde oy toplamak kaygısıyla ödün vere vere fikir bakımından zayıflamıştır. Oya CHP’nin “…Devrimcilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik…” gibi ilkeleri var. Atatürk döneminden sonraki CHP yönetimleri, politik hesaplarla Atatürk ilkelerini bir köşeye iterek, CHP’yi kuruluş amaçlarından uzaklaştırmışlardır. CHP, 1940’lı yıllardan buyana ekseninden kaydırılmıştır.
Bununla birlikte, bir devrimin ürünü olan, hayatı doğrudan doğruya o devrime borçlu sayılan bir rejimde, temel ilkeler tartışma konusu edilebilir mi? Bu ülkede devletin ‘laiklik’ ilkesini hiçe sayarak, yasaları çiğnemek pahasına öğretim birliğini bozanlar hoş görülebilir mi?
Vicdan sömürücülüğüne açıkça karşı koymanın seçmenleri dağıtacağını ya da gelecek seçimlerde oy kaybına yol açacağını düşünerek eller böğründe ‘ya sabır!’ çekmek olumlu bir politika olabilir mi?
14 Ekim 1962’de Manisa Milletvekili ve Ulus Gazetesi Başyazarı Yakup kadri Karaosmanoğlu CHP’den istifa etmiştir. Gerekçesi şu: “…CHP Atatürk ilkelerinden, birçok noktalarda ödünler vererek uzaklaşmış bulunmaktadır…”
8 Ağustos 1963’te, CHP’nin politikasından düş kırıklığına uğrayan çok sayıda genç üye, partiden istifa etmiştir. İstifalar için gösterilen sebepler arasında şunlar var: “…partinin genel ilkelerinden, özellikle halkçılık ve laiklik ilkelerinden ödün verilmiştir. Halkevleri ve köy enstitülerinin açılması için hiçbir girişimde bulunulmamıştır…”
Ve 26 Ocak 1974’te CHP, 1973 genel seçimlerinden 48 milletvekiliyle çıkarak anahtar parti konumuna gelen Milli Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon hükümeti kurmuştur. Böylece dinci bir parti ilk kez iktidar ortağı olmuştur. Halkçı Bülent Ecevit liderliğindeki CHP, dinci siyasetçilere ülkenin içişlerini, adalet hizmetlerini ve ekonomisini teslim etmiştir.
Böylece siyasette dinciliğe göz yumma, tarikatlara şirin görünme yarışına, sağ siyasetçilerden sonra Bülent Ecevit de katılmıştır. Gerçekleşmesi için büyük çaba gösterdiği CHP-MSP koalisyonu ile Cumhuriyet tarihinde ilk kez siyasal İslam’ı iktidara taşıyan, devletin olanaklarına kavuşturan Ecevit; 1986 ara seçimlerinde Manisa’da köylülere şöyle demiştir: “…bir insan şu veya bu tarikattan olur, ama aynı zamanda ilerici de olabilir. DSP kimsenin dinine, tarikatına, başörtüsüne karışmaz…”
12 Eylül Darbesi'nin ardından, o dönem Bülent Ecevit'in Genel Başkanlık yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi kapatılmış; daha sonra 3821 sayılı Yasa’ya dayanarak, kuruluşunun 69. yıl dönümü olan 9 Eylül 1992 günü tekrar açılan CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal, ‘Altı Ok’ hakkında şunları söylemiştir: “…o babaannemizin sandığındaki çeyizdir…” demiştir.
Atatürk’ün devrimci partisi böyle mi olacaktı? Altı Ok sandıklarda çeyiz olarak mı kalacaktı? CHP’yi Deniz Baykal’dan devralan Kemal Kılıçdaroğlu da Atatürk ilke ve devrimlerinden tek bir söz etmiyor. Altı Ok’un hiçbirinden söz edilmediği gibi, ‘irtica’ tehlikesi de görmezden geliniyor. Ulusal kimlik yok sayılıyor; yerine etnik, dinsel, ideolojik cemaatler geçiriliyor. CHP’nin şimdi politikası, küresel emperyalizme uyum sağlama planından ibarettir.
Türkiye’nin soldaki parti liderleriyle görüşmeyen, konuşmayan Bay Kemal; sağ cenahtaki İyi Parti, Saadet partisi, Gelecek Partisi, Deva Partisi ve Demokrat Parti liderleriyle dost olmak için dağlar, denizler aşıyor. Anlayacağınız, CHP Cephesi’nde yeni bir şey yok. Eski tas, eski hamam; tellaklar bile değişmiyor, değişmeyecek de…
Bence Bay Kemal, Atatürk CHP’sinden ziyade sağ bir partiye yakışan bir siyasetçi. Yıllardır takip ediyorum, ta baştan beri gözü hep sağda. Zaten CHP’nin sağa kaymasında en büyük sorumluluk, sanırım Ecevit ve Baykal’dan sonra Bay Kemal’e aittir. Bay Kemal’in, CHP’nin ilerici, devrimci, hatta Kemalist karakterinin bozulmasında, yok olmasında katkısı çok büyüktür.
Bay Kemal ‘Laiklik tehlikededir’ diyemiyor. Böyle bir tehlike görmüyor. Cemaatler, tarikatlar kendi aralarında kamu kurum ve kuruluşlarını paylaşırken ‘türban’ sorununu çözmeye çalışıyor. Bugün İran’da kadınlar başörtüsünü çıkarmak için mollalara karşı özgürlük savaşı verirken, Türkiye’de artık başörtüsü takmayanlara dönük taciz ve saldırılar söz konusu.
Ayrıca, Atatürk’ün adını anmamayı kural haline getiren Bay Kemal’in siyasallaşmayan tarikatlara saygısı da var. Bay Kemal ‘Atatürk’ de demiyor, zorda kalırsa ‘Mustafa Kemal’ diyor. Benzetme gibi olmasın ama Atatürk’ün düşmanları da o yüce insandan yalnızca ‘Mustafa Kemal’ diye söz ediyorlar. Öyleyse Bay Kemal’in Atatürk düşmanlarından ne farkı var?
Bay Kemal’in sadece vücudu CHP’dedir! Elverişlidir. Bay Kemal, AKP’nin yaptıklarının hepsini tasdik etmekte ve çok zaman fazlasını istemektedir. O’nun kafası sağda, AKP’dedir. Oysa CHP’nin tabanı soldur, devrimcidir. Ancak Bay Kemal’in DNA’sı, CHP’nin DNA’sına uygun değildir. Türkiye’de sağın alternatifi sağ değildir. Zavallı CHP! Programında Altı Ok, ambleminde Altı Ok! Ama Türkiye ne kadar sağa kaymışsa, CHP de o denli yer değiştiriyor. Oysa günümüz CHP’si için artık yelpazenin sağında yer yoktur. Bay Kemal, ‘…ilk seçimde dostlarımız ile iktidar olacağız…’ diyor. Dost uğrunda ölmek kolay, fakat uğrunda ölünecek dostu bulmak zordur. Bir parti, bir lider böylesine değişebilir mi?