1 Ekim'de Meclis'in açılmasıyla birlikte Türkiye'de dengeler altüst oldu. Her gün yeni bir krizle çalkalanıyoruz.

Büyükelçilerin çıkışı, G20 Zirvesi, Biden tarafından lütfen kabul, Suriye’de yeni operasyon beklentisi, Libya'da belirsizlik ve mavi vatanda savaş tamtamları...

İçeride de toplumdaki gerilim ve stres, ana muhalefetin bürokratlara yönelik uyarıları, artan fiyatlar ve çarşı-pazarda yaşanan kriz. Bütün bunlar yaşanırken yılbaşına doğru yeni bir gündem daha karşımızda; milyonlarca çalışanı ilgilendiren 2022 yılı asgari ücret komisyonundan çıkacak karar…

ÜCRETLER VE ÇAY-SİMİT HESABI

Türkiye'nin kronik önemli ekonomik vakalarından birisi asgari ücret konusudur. Yılda bir belirlenen asgari ücret, 1 Ocak-31 Aralık tarihleri arasında geçerli oluyor.

Asgari ücret olarak tanımlanan maaş, milyonlarca insanı ilgilendiren, halkın büyük çoğunluğunun gelir düzeyini ilgilendiren rakamdır. Kaldı ki bu rakam, hemen tüm sektörler için de ortalama belirleyici bir orandır. Bu ücreti alamayanlar olduğu gibi üstünde alanlar da bunu ortalama kabul ederek hesaplanmaktadır.

Türkiye, uzun yıllar asgari ücret üzerinden yürütülen kampanyalara şahit oldu. Bu konu hemen her dönem siyasilerin gündeminde olup geniş halk kitlelerine yönelik mesajlarda başrol oynadı.

Hatta geçmişte bu ülke uzun seçimler boyunca çay-simit hesaplarına maruz kaldı. Meydanlar, “İki çocuğu olan dört kişilik bir aile, sabah-akşam bir çay, bir simit şu kadar tutar” hesaplarını çok dinledi.

Yılda bir belirlenen asgari ücretin en azından insani düzeyde olması elzemdir. Fatura sadece işverenlere yüklenmemeli, kamunun da fedakarlıkta bulunarak sosyal devlet olmanın gereğini yerine getirmesiyle bu oran makul düzeye yükseltilmelidir.

KURUMLAR YIPRATILMAMALIDIR

Yöneticiler gelip geçicidir ama kurumlar bakidir. Bugün kurumlar güvenilirliklerini yitirirse, gelecekte bugün var olan şahıslar, maşeri vicdanında zor durumda kalacağı gibi kurumlar da yıpratılmış olacaktır. Bu nedenle TÜİK'in ve ilgili kurumların rakamları ciddiyetle hesaplaması ve olduğu gibi yansıtması gerekir.

Bugün fiili enflasyon yüzde 40’larda iken yüzde 20 açıklayıp buna göre zam yapılmasını sağlamak vicdansızlıktır. Kamu kurumu niteliğindeki kuruluşlar güvenilirliklerini yitirmeden devlet ciddiyetiyle hareket ederek çarşı-pazardaki rakamları yansıtmaları şarttır.

Ağlanacak halimize belki gülüyoruz ama bugün ülkemizde açıklanan asgari ücret; beslenme, barınma, ısınma, giyinme, ulaşım ve eğitim gibi temel ihtiyaçları karşılayan bir oran olarak belirleniyor. Daha ötesi gider kalemleri hesaplanırken tiyatro, gezme gibi onlarca kalemi içerisine sığdırılmaktadır. Aslında yapılan tam bir hokus-pokus işidir.

Belirlenen ücret, asgari geçim standardını değil olsa olsa açlık sınırını belirleyen bir rakamdır. Sosyal yönü güçlü bir din olan İslam'ın refahın tabana yayılması ilkesi mucibince geniş kitlelerin muhtaç olmadan, hayatını sürdürmesi esastır.

Giderayak hayırla anılmalı ve kamunun başka yerlerdeki ödemeleri; yolsuzluklar, israf, fuzuli yatırımlar ve faiz ödemeleri kesilmeli; asgari ücretliye ve yoksula dengeli aktarılmalıdır.

SİYASET ÜSTÜ KONU

Bugün sorumluluk makamındakiler bilmeli ki “ekmekle oynamak, insanların duygularını istismar etmek, geleceklerini karartmak” ve bu tür algılar üzerinde oy devşirmeye çalışmak kimseye yarar getirmez. Aksine uzun vadede toplumsal kırılmalara neden olabilir.

Bu nedenle asgari ücret, asla siyasilerin istismar edeceği bir konu olmamalı. Bu konu siyaset ve partiler üstü milli bir dava gibi görülmeli ve çözüm üretilmelidir.

Rakamı belirlemekle yükümlü komisyon, enine-boyuna tartışma görüntüsü vermek ve itirazlara mahal vermemek için her sene aralık ayının ilk haftası toplantılarına başlar, yılbaşından önceki son hafta zam oranlarını belirler. Güya komisyonla, işçi, işveren ve kamu temsilcilerinin mutabakatıyla anlaşma yapılmıştır.

Belirlenen asgari ücretle insanımıza adeta “karnını doyur, gerisine karışmayız” deniliyor. Komisyondaki taraflar-temsilciler ellerini ceplerine değil, vicdanlarına koymalı ve empati yapmalıdır.

Toplu sözleşmelerde çalışanlar, ülkelerin büyümelerinden pay alır. Kaldı ki enflasyonun altında bir rakam, insanî yaşamın altında bir hayata mahkumiyetin devamı olmaktan öte gitmeyecektir. Kamuoyunda büyük umutların pompalandığı ve yüksek beklentilerin oluştuğu asgari ücret görüşmelerinde -umarız ki- dağ fare doğurmaz.

Açıkçası komisyonun fuzuli olduğu, ne kamu temsilcisinin gerçekten kamu otoritesini kendi salahiyetiyle temsil ettiği ne işverenin işçiyi düşündüğü ne de işçi temsilcisinin göğsünü gere gere müzakere yürüttüğüne dair kamuoyunda algı bulunmaktadır.

ÜCRET POLİTİKASI: “İKİ SANA, BİR BANA!”

Bugün bir asgari ücretli çalışan için ayda 1.646 lira, her ay kamuya ödeme yapılıyorsa bir durup-düşünmek gerekir. Kamu bu noktada vergi, pirim, katkı ve pay gibi isimlerle yapılan kesintileri minimum düzeye indirmeli, bu kesimin insanî yaşam sürmelerine ve huzur içerisinde yaşamalarına katkı sağlamalıdır.

İşverenin ödediği ile çalışanın aldığı arasında uçurum/adaletsiz bir dağılım var. Ücretin yüzde 64’ü çalışana verilirken, yüzde 36’sı kesintileri oluşturmaktadır. “İki sana-bir bana” politikası uygulanıyor. Sanki işçi çok para kazanıyor da büyük vergi ödüyor.

Halen 2557 lira personele, 1646 lira kamuya ödeniyor. İşverene maliyetin bu kadar yüksek olduğu bir durumda doğal olarak hem sigortasız çalışanlar artar hem de istihdam oranı düşer.

Asgari ücretliden ve tüm çalışanlardan bolca vergiler keserek hazine dengelenmeye çalışılıyor. Kesintiler ve kemer sıkmalar hep alt gelir grubuna fatura ediliyor.

Acilen yapılması gereken şey “iki sana, bir bana değil” “dokuz sana, bir bana” gibi bir formül geliştirilerek, asgari ücretliden minimum kesinti yapılmalıdır.

Böyle bir durumda asgari ücretli yüksek gelir elde edeceği için bu da doğal olarak piyasalara yansıyacaktır. Fırından, kasaptan, manavdan, beyaz eşyacıdan ve mobilyacıdan alışverişler artacak ve bu döngü ile refah tabana yayılmış olacaktır.

Saadet Partisi'nin başlattığı “asgari değil, insani ücret” kampanyası bu açıdan çok anlamlı gözükmektedir.