AKP iktidarının sıklıkla başarılı olduğunu dile getirdiği ‘Sağlık Sistemi’ kırmızı alarm veriyor. Acil hasta kabul etmeyen hastaneleri protesto etmek için, Sağlık Bakanlığı önünde isyan eden bir ambulans şoförü “Sağlık Bakanı buraya gelmezse kendimi patlatırım” diyerek tehditler savuruyor. Protestocu ambulans şoförüyle bir araya gelen Sağlık Bakanı Koca, “Çok şey konuştuk. Ama bazı şeyler konuşulduğu yerde kalmalı” diyor. Konuşmanın içeriği gizleniyor. Neden?
Son zamanlarda doktor ilaç yazıyor hiçbir eczanede yok! Bu nasıl oluyor? Paramızla ilaç alamıyoruz. Nasıl bir hayat bu? Birçok üründe olduğu gibi ilaçta da dışa bağımlı olan Türkiye, artan kur ve enflasyon sebebiyle eczaneleri kapanma tehlikesiyle karşı karşıya getirirken, yıllanmış ilaç kararnamesi ülkede ciddi bir ilaç yokluğuna sebep olarak yurttaşları mağduriyete zorluyor. İlaç krizi, sağlık hizmetleri politikasının çöküşü anlamın da geliyor. Halk ilaç ararken, kamu yetkilileri ‘kriz yok, her yerde ilaç var’ diyor. Krizin asıl nedeni ödeme darboğazıdır. Sadece ilaç değil, medikal malzemeleri de kapsıyor. Hastaneler bazı malzemeleri hastalara sağlatıyor.
Geçmişte de sağlık tam bir keşmekeşti. Devlet, Özal’dan başlayarak sağlık sistemini ABD yapısına getirmeye başladı. Hâlbuki ABD’deki sağlık sistemi dünyanın en vahşi sistemidir. Kaza geçirince ambülans gelir ama sizin sağlık sigortanız varsa müdahale eder.
Türkiye gelir durumu nedeniyle, aslında sağlık hizmetlerinin özelleşmesine hazır değildi; adımlar küçük küçük atıldı. Bu daha derin bozulmanın başlangıcı oldu. AKP iktidarına gelindiğinde özelleşme arttı ve kamu hastanelerinin içi de özellerle doldu. Yeni düzenleme ile muayenehaneler kaldırıldı. Aynı zamanda iktidar partisine oy da sağladı. Hastanelerde radyoloji, laboratuvar gibi bölümler hizmet kiralama usulüne döndü. Devletin her popülist girişimi, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun maliyet yükünü katladı. Devleşen sağlık bütçesine karşılık alınamayan hizmetler devri başladı.
Şimdi de buna ödenemeyen hastane borçları eklendi. Birileri bize hep başarı hikâyesi anlatıyor ama ortada başarı yok. Bugünün başarısızlığını eleştirirken geçmişi övme hatasına düşmüyorum. Çünkü iyi sağlık hizmeti hiç olmadı. Ama Özal öncesi yatırım ve revizyon ile düzeltilebilecek bir sistem varken, bugün sistemsizlik hâkim.
Cebinden para çıkarmadıkça hemen hemen kimse sağlık hizmeti alamıyor. Halkın beklentisi o kadar düşük ki randevu alabilmek, doktora gitmek şeklinde anlaşılıyor. Bir masada, yanında bilgisayar operatörüyle oturan hekim birkaç dakika içinde hasta yakınmalarını dinliyor ve hemen ilaç yazıyor. Hasta, doktorun odasından teşhis konulmadan yazılmış reçeteyle çıkıyor. Reçetelerdeki ilaçlar bu nedenle hastayı iyileştirmeye değil, semptomlarını bastırmaya yönelik oluyor. Arka tarafta hastalık devam ettiği için hasta daha sık sağlık sistemine başvurmaya başlıyor. Bu durum ilaç tüketimini gereğinin birkaç kat üstüne çıkarırken, yan etkiye bağlı yeni problemlere de neden oluyor.
Son dönemlerde özellikle bazı bölümler için yakın tarihe randevu alabilmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Çok sayıda vatandaş şikâyetlerini sosyal medyadan dile getiriyor. Yetersiz sağlık hizmetleri sık sık gündeme geliyor. MHRS resmen çökmüştür. Vatandaşlar ne yakın bir tarihe ne de yakın bir ilçeye randevu alabiliyor. Randevu alabilenler de randevu saatinde gittiğinde doktora görünemiyor. Orada sıra bekleyip çağrıldığında da muayene edilmiyor. Normal muayene nasıl olur? İlkin hastanın şikâyetleri sorulur. Sonra anamnez alınır. Anamnez, soy geçmişine kadar uzanan detaylı bilgiler olmalıdır. Beslenme şekli, madde kullanma alışkanlıkları, yaptığı iş ve hareketler gibi birçok faktör sorgulanmalıdır. Bundan sonra da fiziki muayene yapılır ve araştırır.
Oysa midesi delinmiş hasta sadece 2 dakikada muayene edilip, mide ilacı ve ağrı kesici yazılarak gönderilebiliyor. Bu hastalığın bulunmadan belirtilere ilaç yazma alışkanlığı ise, sağlık sisteminde başvuruları artırıyor. İşte sağlık sistemi iyi çalışıyormuş gibi yapmanın böyle maliyeti var. Bir hekim, doğru teşhis koyacaksa günde en çok 20 hasta bakabilir. Eğer 150 hastaya bakarsa hiçbirine bakmamış olur.
Ayrıca, kamunun sırtındaki en büyük yük Şehir Hastaneleri’dir. Kime para akıtmak için kurdularsa tamamen mantık dışıdır. Bilimsel veriler göstermiştir ki en verimli hastaneler 100-600 yatak kapasitesinde olanlardır. 600 yatak kapasitesi aşıldıkça aşırı büyümenin yarattığı karmaşa ve yönetim zorluklarının maliyetleri başlar. Şehir dışında dev hastaneler yaptırmak birilerine gelir bağlamak anlamına gelebilir. Hastanelerin yerlerinden de bolca kupon arazi yaratmış olurlar. Sağlığın başlangıcı hastalığı tanımaktır. Ama sağlık sistemini maliyeti ödenemez boyutlara taşıyor. Yine kur patladı, ilaca %20 zam yoldadır! Aslında ülkede yaşanan ilaç krizi sağlıktaki derin çöküşün sadece habercisidir. Sağlık hakkını özelleştirirken doktorları yurtdışına kovarsan ve çalışan sağlık personeline hak ettiği parayı vermezsen olacağı budur. Ama asıl olan vatandaşa oluyor!