Sevgili okurlarım! Türkiye’de, 1980li yılların başlarında huzursuzluk had safhaya ulaşmıştı. Ülkenin dört bir yanında can ve mal güvenliğinden söz etmenin anlamı bile kalmamıştı. Türkiye, yürekleri yanan ana ve babaların sonsuz acı ve ıstıraplar içinde kıvrandıkları; kan ve ateşin hüküm sürdüğü; insanlarını acımasızca öldüren, yaralayan, yok eden; millet ve vatan bütünlüğünü hedef alan kökleri dışarıda yasa dışı örgütlerin kol gezdiği bir ülke görünümündeydi.

Bu korkunç gidişe her gün biraz daha tırmanma gösteren şiddet olaylarına karşı alınması gereken önlemler bir türlü alınamıyor, suçlular yakalanamıyor, terör kaynakları kurutulamıyordu. Özellikle siyasi parti yöneticilerinin ciddiyetten uzak, sorumsuz, birbirlerini ağır şekilde suçlayan sözleri milleti çaresizlik içinde bırakıyordu. Parlamento ülke sorunlarına çözüm getirici işlerinden uzaklaşmış, kısır bir döngü içinde yasama ve denetim görevlerini yapamaz hale gelmişti. Ülkede tam bir otorite boşluğu görülüyordu.

Büyük Atatürk’ün bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin kan ve intikam içinde ve ekonomik sorunlar altında uçurumun eşiğine geldiği, sadece Türk milletinin değil, yabancı ülkelerce de artık bilinir, hissedilir hale gelmişti. Türkiye yavaş yavaş dağılmaya yüz tutmuştu. Haftada ortalama 25 kişi öldürülmekte, devlet devamlı bir iflas durumu içinde bulunmakta döviz yokluğundan halk en gerekli maddeleri dahi bulamıyordu. Türkiye’yi bir kardeş kavgasına, bir iç savaşa sürüklemek için tezgâhlanan tertipler tahrikler ve hedef tayin etmeler, doruk noktasına ulaşmıştı.

Ve 12 Eylül 1980 Cuma sabahında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yönetime el koymuş; parlamento ve hükümet feshedilmiş, parlamento üyelerinin dokunulmazlıkları kaldırılmıştı. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmişti. Yurtdışına çıkışlar yasaklanmıştı. Vatandaşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat 05:00’den itibaren sokağa çıkma yasağı konulmuştu.

Aradan 40 yıldan fazla süre geçti. Peki, değişen ne?

Şimdilerde de Türkiye, 104 emekli amiralin bildirisini tartışıyor. İktidar, emekli amirallerin Montrö Anlaşması’na ilişkin bildirisini, art niyetli bir girişim olarak değerlendiriyor. Türkiye, maalesef yine 1970’lere benzer bir süreçten geçiyor. Bugünkü durum 1970’lerden farklı olsa da, iç ve dış mihrak söylemleri bugünlerde de gündemde. Oysa Türkiye’nin cari açık ve finansman sorunu aynen devam ediyor. Yani bugünlerle 70’ler arasında ciddi paralellik var.

Türkiye’de işsizlik bugünümüzü ve geleceği korkunç şekilde tehdit ediyor. Merkez Bankası rezervlerimiz ekside. İş Dünyası, Türkiye’nin bugünkü gündemi ile 50 yıl önceye geri döndüğünü söylüyor; uzun vadeli yatırımlar için güven ve istikrar uyarısı yapıyor. Sözün özü: patronlar hâlâ ‘kök’ sorunlara çözüm istiyor.

Türk siyaseti ise, son 40 yıldır ‘kök’ sorunlara çözüm üretemiyor. Bunun sonucu olarak; işsizlik, cari açık ve dış borcumuz sürekli artıyor. Türkiye’de temsilde adalet olmayınca, yönetimde istikrar da sağlanamıyor. Ülke gündeminde ‘seçim barajı’ hususunda ciddi tartışmalar var. Adaletsiz seçim sistemi sayesinde iktidara gelen parti, ülkeyi kesintisiz 19 sene yönetse de Türkiye kalkınamıyor. Türkiye’de mutsuzların oranı her yıl biraz daha artıyor.

Bu defa, Türkiye’yi bir kardeş kavgasına, bir iç savaşa sürüklemek için tezgâhlanan tertipler tahrikler ve hedef tayin etmeler, doruk noktasına ulaşmadan; önümüzdeki ilk genel seçimde egemen Türk Milleti seçim sandığına sahip çıkacaktır. Halk sandıkta devrim yaparak; yönetime bizzat el koyacaktır. Parlamento yeniden kurulacaktır. Atatürk Cumhuriyeti, demokratik ve özgürlükçü yeni bir anayasa ile korunacak ve kollanacaktır. Vatandaşın can ve mal güvenliği süratle sağlanacaktır. Türkiye her yönüyle kalkınacak ve halk refaha kavuşacaktır.

Hiç şüphe yok: Türkiye, Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotada ilerlemeye devam edecektir. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olacaktır. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacak; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamayacak ve suçlanamayacaktır. Türkiye’de düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti olacaktır!