Sevgili okurlarım, Afganistan önce Sovyetler Birliği sonra ABD müdahalesiyle değiştirilmek istendi de ne oldu? Her türlü müdahaleye rağmen Afganistan yine kendi yoluna döndü. Bu sonuç, şaşılacak bir şey değil. Çünkü Afganistan kendi süreçlerini yaşamak zorundadır.
İşte zaman bu süreci farklı bir yere aktarıyor. Afgan gericiliği Sovyetler Birliği ve ABD karşısında direnebilir ama tarih karşısında direnemez. Çünkü çevre değiştikçe bilinç ve algı da değişir!
Sovyetler Birliği Afganistan’a elbette yayılmacı amaçlarla girmişti. O zamanki yönetim sosyalist değil, bir teknokrasi diktatörlüğüne dönüşmüştü. Ama ‘sosyalist’ saysak bile Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a girmesi büyük hata olurdu. Çünkü Afganistan’ın başkenti modern gibi görünüyor olsa da, kırsal, köleci toplumla feodalizmi birlikte yaşıyor.
Her iktisadi ilişki biçimi kendi kültürel üst yapılarını oluşturur. Bu nedenle de yöneten sınıf ile kırsal arasında şiddetli bir kültür çatışması var. Böyle bir yapıya daha ileri bir toplum yapısı önerilemezdi. Ayrıca cuntalarla, askeri harekâtlarla ‘sosyalizm’ kurulamayacağı da açıktır.
Taliban’a bakınca görülen manzara şudur: Günümüzden bin yıl öncesinde yaşıyor gibiler. Çünkü üretim ilişkileri ellerindeki silahlar dışında gerçekten de bin yıl öncesi gibidir. Tek farkları geniş bir uyuşturucu pazarına üretim yapıyor olmalarıdır. Kapitalistlerin dolarlarına rağmen köleci ve feodal toplumu birlikte yaşama zamanında olmalarıdır.
Afganistan’ın afyon tarımının baskısı altında olması, ülke tarımının modernleşmesine izin vermez. Çünkü afyondan gelen paralar üretici yoksul halkın eline ulaşmıyor; aracı baronların elinde kalıyor. Bu baronlar da Taliban yöneticileri ve onlardan olanlardır. Taliban’ın devletleşmeye zorlanması ile bu baronlar ve çocukları farklılaşır, kapitalistleşir ve yeni kırsal-başkent çatışmasının tarafı haline gelir.
Tabii uzun bir süre ‘din’ sınıfı bunun üstünü örtmeyi başarabilir. Ama İran’da olduğu gibi, Türkiye’de AKP’nin pudracılarında olduğu gibi uzun süre gizleyemez. Bilinçleri yen yaşantılarına uyar ve kırsalın yaşantısından uzaklaşır.
Afganistan başka bir açıdan da iştah kabartıcı geliyor. Bu ülkenin en az 3-4 trilyon dolar değerinde maden üzerinde oturduğu yazılıp çiziliyor. Bu son derece saçma bir bakış açısıdır. Şöyle ki; trilyonlarca dolarlık maden demek, onun yarısı kadar da çıkarma ve işletme maliyeti demektir. Madenler yer altında konteynerlere yüklü saf ürünler olarak beklemez; karmaşık bileşikler halinde bulunur ve gene karmaşık proseslerle ayrılır. İşte günümüzde bunu yapabilmek ‘kapitalizm’ demektir.
Bu prosesler know-how olarak birçok Batılı tekelin malıdır. Kadınlara ve çocuklara karşı, köleci erkeklere karşı feodal bir toplum yer altı madenlerini işleyemez. İster Taliban olsun, ister başka örgüt yöneticileri, Batı’nın tekellerini çağırmak zorunda kalır; onların yerli işbirlikçisi olup kapitalistleşir.
Afganistan halkı ise, diğer maden zengini ülkeler gibi yoksul kalır ama feodal ilişki ve aşiret baskısından kurtulup düşük gelirli de olsa maden işçilerine dönüşür. Maden işçisi olmak onları kapitalist üretim ilişkisinin parçası yapar. Bu da yeni bir kültürel üst yapı kurumuna dâhil etmeye başlar.
Çünkü kapitalizmin gelişmeye başlamasında Batı da bu yolu izlemiştir. Feodal beylere fazla gelen selfler kentlere gitmiş; ucuz işgücü olarak atölyelerde çalıştırılmaya başlanmıştır. Onlar daha önce Haçlı Seferleri’ne katılıp ganimet kazanmak için, genellikle Müslümanların elindeki Ortadoğu topraklarına akın ederlerdi. Tıpkı yoksulluktan başka çaresi olmadığında vekâlet savaşlarına katılan Taliban militanları gibi.
İster El-Kaide olsun ister İhvan! Batı’ya entegre olmaya başlamış ülkelere militanlarını yığıp istikrarsızlaştırabilirler. Bu Batı’nın saçtığı dolarlarla ve uyuşturucu gelirlerinden pay vererek mümkündür. Ama Suriye’nin direnci, Libya’da iktidar olamamaları gösterdi ki, köleci kültürü çağımıza geri getiremiyorlar. Çünkü bu eşyanın doğasına aykırıdır. Siyasal İslâm’dan önce siyasal Hristiyanlık da bu yoldan geçmiştir.