Bu sıralar kamuoyunda sıkça yer alan bazı üst düzey kamu yöneticilerinin birden fazla maaş almaları kamu vicdanını oldukça rahatsız etmiştir.

Bu milletin hakkını kimseye yedirmemekle yükümlü olanların elbette olup-bitenden haberi vardır. Uzun pazarlıklar sonucu memura verilen yarım puanlık zamda dahi “milletimin parası” diyenlerin bu duruma kayıtsız kalmaları da ayrı bir garabet olsa gerek.

Eskiden bürokraside yolsuzluk yapıldığı, rüşvet alındığı ve işlerin tıkandığı konuşulurdu. Şimdi gayrimeşru kazanç yöntemi değişti. Bir kurum yetkilisinin 3-5-10 yerden maaş aldığına şahit oluyoruz. Bazıları ülke standartlarının çok üzerinde korkunç rakamlara ulaşan aylık 100 bin, 200 bin lirayı geçen maaş alıyorlar. “Bal tutan parmağını yalar” ifadesi çok hafif kalıyor.

ÇOKLU MAAŞ VE HALKINA DUYARSIZLIK

İşin ilginç yanı çoklu maaş iddialarına karşı beyefendiler gayet şeffaflar, gizlemeye veya yalanlamaya ihtiyaç duymuyorlar. Bir devlet memurunun bu kadar maaş alması için türlü türlü görevler ve komisyon üyelikleri ihdas edip, deyim yerindeyse “minareyi çalan kılıfını hazırlar” vurgunlar da kılıfına uyduruluyor. Hani meşhur bir şair dizesinde olduğu gibi "Şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler" (Namert-arsız, kahramanlıklarını sayarken yaptığı hırsızlıkları anlatır.)

Ancak mızrak çuvala sığmaz oldu. Vatandaş ekonomik yük altında ezilirken garip-guraba, sefalet içerisindeyken bir kesimin zevk-ü sefa içerisinde olmaları ne ahlaka ne vicdana sığar.

İtham edilen şahıslar, kendilerine şu kadar maaş aldığı söylendiğinde, trajikomik bir tarzda ve pişkin bir tavırla “o kadar değil” deyince gerçekler ortaya çıkıyor. Müdürün 11 maaş aldığı yerde, danışmanı beş maaş alıyor. Kamuoyunda şaibeli işlerle anılan bir kurumun başındaki zat 180 bin lira maaş alıyor ithamına karşılık “Hayır ben o kadar almıyorum, aldığım sadece 62 bin 500!” deyiverince gerçekler ortaya çıkıyor.

Aldığını söylediği rakam, ülkede ortalama beş profesör, yaklaşık 25 asgari ücretlinin maaşına denk. Biraz insaf, yemenin de haksız kazancın da bir sınırı ve adabı olmalı.

Bu ülkedeki kokuşmuşluğun, dejenerasyonun, halkı yok saymanın, helal-haram bilincini tümüyle yitirmenin, kul hakkı mefhumunun ve yetim hakkı düşüncesinin izinin bile kalmadığının delili bu son örnektir diyebiliriz.

Tabii ki mesele halktan ve gerçeklerden kopmaktan kaynaklanıyor. Hatırlarsanız geçtiğimiz günlerde bir öğretim üyesi yaptığı paylaşımda "Çöp toplayan bireyler insandır; yaratandan dolayı severiz. Ama yaptıkları iş asalaklıktır; onu da ancak asalak savunur" gibi a/salakça bir cümle sarf etmişti.

Bir insanın bunu söyleyebilmesi için, et ve kemikten müteşekkil biyolojik varlık olarak insan olmanın ötesinde bir başka canlı olmaması gerekir.

Belli ki bu zat yaşananları, bir film sahnesinin hayal-kurgu zemininde oluşturulmuş bir senaryo olduğunu zannediyor. Evet çöpten ekmek, yemek ve sebze-meyve toplamak bu ülkenin acı bir gerçeğidir.

LİYAKAT VE ÖZEL STATÜLÜ ATAMALAR

Yakın döneme kadar kamuoyuna yansıyan, kamu kurumlarındaki “özerk statüdeki” yönetimlere atanan isimleri duyuyorduk. Şimdi hayâ, utanma gibi kavramlar rafa kalktığından her şey aleni yapılmaya başlandı. Mesela pek çok üniversite rektörlüğüne- eski milletvekili, atandı. “Milletvekilini tekrar listeye koymadık bari bizden uzaklaşmasın” mantığıyla atamalar yapılıyor.

Eğitimdeki darma-dağınıklığın, mezunların bir işe yaramamasının sebeplerini merak eden buraya baksın. Liyakat için, bilgi-beceri değil, yalnızca falanca parti mensubu olma kriteri yeterli görülüyor.

Belki de “şirketin tepe yönetimi”, fazla maaşlarla birilerini bağlamak istiyor. Nitekim pek çok eski seçilmiş süper emekli, mali durumlarına rağmen değişik kamu kurumlarındaki boş koltuklara atanıyor.

Anlaşılan eldeki malzemeyi kaçırmamak ve saflar sıkı tutmak için her türlü yöntem mubah sayılıyor. Bu arpalıkla eğlenen kimse de her ne şart olursa olsun bulunduğu kapıdan ayrılmıyor.

Her malın bir bedeli, herkesin satın alınacağı bir değer vardır. Bazılarını üst kurul üyesi yaparsınız, bazılarını bir bankanın yönetim kurulu üyesi. Kimini kamu iktisadi teşekküllerine, kimisine de ihale verirsiniz. Böylelikle al gülüm ver gülüm, çıkar çarkı dönmeye devam eder. Bu dümen ve tezgah sistem içinde sürer gider.

Görev yaptığında hiçbir icraatına şahit olmadığınız eski bir milletvekili, bir bankanın yönetim kurulu üyesi veya bir KİT kurumunun üst yöneticisi oluvermiş.

KOKUŞMUŞLUK SENDROMU VE YABANCILAŞMA

Yaşananlara göz yumanların durumu, itici ve utanç vericidir. Belli ki bunu resmi kılıflı rüşvet olarak birbirlerine sunuyorlar. Daha utanç verici yönü bunun kamuoyunda da normalleşmiş olmasıdır.

Kendi tabanlarında bu tür konular hiç tepki görmüyor. Gayet sıradan bir hadiseymiş gibi görünüyor/gösteriliyor. Bunu yapanların da yüzleri kızarmıyor ve tam bir zillet hali sergileniyor.

Bu kadar işsizliğin, sefaletin, açlığın ve yoksulluğun sonucunda; ailelerin boşandığı pek çok insanın intihar ettiği bir ülkede bütün bunlara göz yumulması ve sessiz kalınması da işin cabası.

Bu yaşananlardan sonra Asım nesli yetiştirme niyetiyle yola çıkıp; toz çeken, haram yiyen ve geleceğinden endişe edilen bir nesle doğru mu gidiyoruz?

Geldiğimiz noktada bütün bunların ülkedeki jenerasyon açısından da önemi ortaya çıkmış oluyor. Bu ulufelerle nereye varılacak? Bu kadar maaş dağıtınca ne olacak?

Bu süreç özetlenecek olsa, bu dönemi en iyi anlatacak kavramlar; “çoklu maaş ve halkına alabildiğine yabancılaşma” olabilirdi. Halkına, kültürüne, öz benliğine, değerlerine ve kendi vatandaşının yaşadığı dünyaya yabancılaşma!

Bürokraside, siyasette, kurumlarda ve kurullarda açgözlülük sonucu oluşan çifte maaşlar ve rant ekonomisi almış başını gidiyor. Diyecekler ki “Bunlar eskiden de vardı” vardı ama kimse bu kadar arsız değildi.