Değerli okurlarım! Türkiye Cumhuriyeti’nin başında ‘İslam Cumhuriyeti’ yazmıyor. Anayasamızda Cumhuriyetin nitelikleri hâlâ “demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti’ şeklinde tanımlanıyor.
Anayasamızda ‘lâiklik’ ilkesi hâlâ duruyor! Ancak kanun ve uygulamalarla, özellikle de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra devlet yönetiminde, yapıda, eğitim dâhil pe kok alanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren uyguladığı ‘Otoriter lâiklik’ özelliği önemli ölçüde aşınmıştır.
Elimizde bir ‘Lâikmetre’ yok ama Türkiye için ‘yarım lâik’ bir ülke diyebiliriz. Türkiye, önemli ölçüde pek çok alanda ‘lâik devlet’ yetkilerini yitirmiş bir ülkedir.
2018’de tam teşekküllü olarak geçtiğimiz ‘tek adam’ rejimi ya da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ‘otoriter’ rejimde öne çıkan iki kurum var: Birisi Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), rejimin merkezinde yer alan bir kurumdur.
Diyanet İşleri Başkanlığı, son yıllarda gittikçe genişlemiş, bakanlıklar üstü bir pozisyona gelmiştir. Hatta muazzam bir ivmelenmeyle otoriter rejimin en önemli unsuru olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bütçesinden fetvalarına kadar devam eden, öne çıkan bir kurum olmuştur.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte Türkiye Cumhuriyet Merkez bankası da bulunduğu pozisyondan çıkmış, negatif etkilenmiştir. Merkez Bankası bağımsızlığını yitirmiş; Saray’ın bankası, kasası pozisyonuna gelmiştir.
Merkez Bankalarına günümüz kapitalizminde biçilen değeri, kurumsal kıymeti, kredibilitesi son derece önemlidir. Bu dönemde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kredibilitesini yitirdiğini, bağımsızlığının kalmadığını söylemek doğru olur. Merkez Bankası, önemli ölçüde güvenirliğini yitirmiş, ayaklar altına alınmış bir kurumdur.
Diyanet İşleri Başkanlığı yükselip merkeze geçerken, Merkez Bankası önemsizleşmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, faiz indiriminden sonra yaşanan gelişmeleri değerlendirirken bugüne kadar açıklıkla söylemediği bir şeyi ifade etmiştir: “Bu görevde olduğum sürece, kusura bakmayın, faizle mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Şunu bilmeniz lazım, bu konuda NAS ortada. NAS ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor? Biz değerler silsilemiz içerisinde olaya buradan niye bakmıyoruz? Olaya buradan bakacağız, ona göre de adımımızı atacağız. Faiz ile ilgili olarak hüküm ortadadır, haramdır…” demiştir.
Aslında 20 yıldır iktidardalar, faiz kavramı ve uygulamaları ile iç içe yaşıyorlar. Peki, o zaman şu soruların yanıtlarını nasıl verecekler? Türkiye’nin iç ve dış borçlarının faizleri nasıl ödeniyor? Bütçeler nasıl yapılıyor? Borçlanma bedelleri neyle ödeniyor? Devletin uyguladığı ‘gecikme faizi’ ne demek oluyor?
Gelişmekte olan ve tasarrufları kıt olan, bu nedenle de dış kaynak ihtiyacıyla ancak ekonomisini ayakta tutabilen bizim gibi ülkelerde, faiz her an, her dakika karşı karşıya kaldığımız bir durumdur.
AKP Genel Başkan Erdoğan ise, iktidarının 20. Yılında, “Bizim bakacağımız yer nastır” diyor! Nas, İslam Hukuku’na göre, tartışılmaz hükümler içeren duruma işaret ediyor ve faizi haram olarak nitelendiriyor.
Peki, siyasi iktidar nasıl ekonomi politikası kararları alıyor? Merkez Bankası para politikasını nasıl belirliyor?
Cumhurbaşkanının sıkça tekrarladığı gibi, “enflasyonun sebebi faizdir, faizleri indirmeliyiz” uygulamasının arkasında ne yatıyor? Elbette dini referans yatıyor!
Devletin iktisat politikaları, para politikaları, bütçe politikaları, yapılan teknik çalışmalara, kanıta, bilgiye göre dizayn edilir. Ekonomide kanıta ihtiyacı olmayan bir inanca iman etmek, çok tehlikeli değilse nedir? Türk Lirası’ndaki ani değer kayıpları yaşanmasına ‘kur krizi’ denmez de ne denir? Yabancı yatırımcılar, iktidarın politikalarına neden güvenmiyor? Türk Lirası, sadece dolar karşısında değil, tüm paralar karşısında değer kaybediyor. Dolar aldı başını gidiyor!