Değerli okurlarım! Bizler Kemalizm’i, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Kurtuluş Savaşı bittikten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri üzerine kurulan bir düşünce yapısı’ olarak biliriz. Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi aşı ile anılan Kemalizm düşüncesi, ulu önderin fikirlerini ve ilkelerini benimseyen bir akımdır.

Kemalizm düşünce yapısını benimseyen ve Atatürk’ün ilkelerini, Cumhuriyetin temel ilkelerini savunan kişilere de Kemalist denir. Kemalizm’in diğer bir adı ise, Atatürkçülüktür. Atatürkçülük, Türk halkının doğal karakterinden ve Türk tarihinden, Türk vatanın ait olan öz kaynaklarından ve Türk milletinin ihtiyaçlarına çare bulma çabası ile ortaya çıkmıştır.

Atatürkçülük, pek çok kişi ve grup tarafından sağ ve sola rakip olacak üçüncü bir yol olarak tanımlanmıştır. Atatürkçülük 1920’li yıllarda Türk vatandaşlarının ihtiyacını karşılamak için doğmuştur. Bu düşüncenin temelinde sınıf çatışmasından çok ulusal birlik ve anti-emperyalizm olan bir ideolojidir.

Bir başka tanımla Kemalizm, Türk Kurtuluş Savaşında ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda temel olan fikirlerin tamamıdır ve anti-emperyalist bir düşüncedir. Kaynağını ise Türk Ulusal Kurtuluş Savaşından alır. Kemalizm, altı ana ilke ve bütünleyici ilkelerden oluşur, bunlar: Ulusalcılık (ulusçuluk, Milliyetçilik), Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Devrimciliktir.

Ancak Mustafa Kemal Atatürk tektir, ikincisi yoktur. Birincinin ikincisi olabilir ama ‘Tek’ adamın ikincisi olmaz Çünkü ‘tek’ benzersizliği ifade eder. Dolayısıyla da Atatürk’ten sonra yönetime gelen ‘İkinci Atatürk’ yoktur.

İnönü dâhil, Ulu Önder Atatürk’ten sonraki tüm yöneticileri Türkiye’nin güvenliğini ABD’nin kollarında aramıştır. Rus tehdidine karşı ABD tehdidini ağzına almayanlar samimi değildir. Türkiye’yi ABD’nin kuklası yapanların, Amerikan mandacısı olup olmadığı tartışılmalıdır.

CHP ve DP, 1945 sonrası antifaşist dalga nedeniyle, hep birlikte seçimli sisteme geçmiştir. 1960’den itibaren Türkiye, Batı’ya bağımlı hale getirilmiştir. Türkiye istihbaratını yıllarca CIA fonlamıştır. 1960’dan itibaren Türkiye’de gerçekleşen ya da teşebbüs aşamasında kalan tüm darbeleri CIA tetiklemiş ve desteklemiştir. Ülkemizde geniş bir ABD hegemonyası var! CIA, bazı cemaatlere bile sızmıştır.

Hal böyleyken, Türkiye’nin güvenliğini yine aynı ABD’nin kollarında arayan yöneticiler ya tarihi cahildir ya da Amerikan mandacısıdır. Türkiye Devleti’nin kurumları Fetullahçı teröristlerce tahrip edilirken milli olma vasfını yitirmeye başlamıştır. Bunda, Fetullahçıların devlete sızmasına dair uyarıları dikkate almayan AKP iktidarının sorumluluğu ise bakidir. Dün olduğu gibi bugünlerde de Türkiye’nin başına her ne geldiyse, hep bu ülkeyi Amerika’nın kontrolüne tevdi etmeyi ‘ehveni çare’ görenler yüzündendir.

Türkiye’yi kimler Batı’ya bu kadar bağımlı hale getirmiştir? Türkiye bu hale nasıl gelmiştir? Savunma meselesi, Türkiye’nin baş meselesidir. Parası ile dahi Türkiye’ye sistem satmayan ABD çok mu dost, müttefiktir?

Atatürk, bir zamanlar devletin ideolojisinin sembolüydü. Her 10 yılda bir ülkeyi geri götüren darbeciler, Atatürk’ün ideolojilerinin tersini yapan Kemalizm’in sahte Kemalistleridir. Onlar, aslında Kemalizm’in karşısında ve tersine Amerika kaynaklıydılar. Kemalist devlet ideolojisi 12 Eylül 1980’de Suudilerin parasıyla ‘RABITA’nın ‘Yeşil Kuşak’ projesine açılmıştır. AKP, Kemalist devletin ABD tarafından yeşile boyanmış şeklidir. 12 Eylül Askeri Harekâtından sonra Türkiye’yi yönetenler, Kemalistler değil, Kenanistlerdir.

Çünkü 12 Eylül 1980’den sonra Atatürk, anti-emperyalist karakteri nedeniyle emperyalistlerin hoşlanmadığı bir liderdir. Bu nedenle de Atatürk’ün unutturulmasına karar verilmiş ve açık hedef haline getirilmiştir. Atatürk’e ve İnönü’ye ‘iki sarhoş’ diyecek kadar Kemalizm’in karşısına dikilmişlerdir.

Aslında fesli ideologların hakaretleri, milli bayramları engellemeleri hiç beklemedikleri bir sonuç doğurmuştur. Atatürk devletten atılmaya çalışıldıkça halk tarafından daha çok kucaklanmıştır. Bu ülkeyi Amerikan sömürgesine çeviren Kenanistler, bir taraftan Ayasofya açılışında Atatürk’e hakaret ederken, bir taraftan da oy uğruna Atatürk’ü sahiplenme çabasına girmişlerdir.

Hatırlatmakta fayda var: 12 Eylül 1980 askeri darbesinin başrolündeki isim Kenan Evren’dir. Kenan Evren, dönemin hem Genelkurmay Başkanı hem Devlet Başkanı hem de Milli Güvenlik Konseyi Başkanı’ydı. Daha sonradan Türkiye Cumhuriyeti’nin 7. Cumhurbaşkanı’ydı. Bu kadar güçlü bir insan, 9 Mayıs 2015’te, tedavi görmekte olduğu Ankara’daki Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde, 98 yaşında, darbeden müebbet hapse mahkûm olarak hayatını kaybetmiştir. Şimdilerde işkenceler, idamlar, faili meçhuller, sürgünlerin yanı sıra sansür ve yasaklarla hatırlanmaktadır.

Ve Kenen Evren’in açtığı yoldan ilerleyen ve bugünkü gücüne eren AKP Genel Başkanı, Varlık Fonu Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ki, “Atatürk yaşasaydı, belki Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibini CHP’den sopayla kovalardı”. Doğru ama Atatürk yaşasaydı, AKP iktidar ve Kenanist Erdoğan da cumhurbaşkanı olamazdı! Öyle değil mi?