20. yüzyıl başlarından bu yana, gittikçe hızlanan sağlıksız beslenme konusu gündemini koruyor. Günümüzde yiyecek sektörü; organik olan ve organik olmayan ürünlerden oluşmakta. Aslında bu çeşitliliğin artışı yeni kar kapıları açtı. Organik olmayan ürünler konusunda büyük çapta para kaynağı keşfedildiği açık. Bu sektörde de kazançlar katlanarak artacak. Biliyorsunuz organik ürün eşittir; sağlıklı ürün, o da eşittir; “üretiminde yapay madde kullanılmayan ürün” demek. Organik olmayan ürünlerin yanında organikler de yelpaze içinde.

Ürünlerimizin %100’ üne yakınının organik olması da mümkün aslında. Biz onları tercih ettikçe ve üretimi çoğaldıkça, ucuzlayıp kullanılabilecek hale gelecektir aslında. Ancak, “organik olmayan ürünler” ‘i yok edip, gelir kaybetmek göze alınabilir mi? Bilinmez!.. Ha unutmadan; organik besinlere özenen, yiyince de beğenmeyip vazgeçen çok insan var. Günümüzde özellikle sebzeler, sağlıklı ve doğal besinler olarak düşünülür. Bu, sağlıksız besin karmaşasında; sebzelere nasıl güvenebiliriz? Bilemiyorum…

İlk genetiği değiştirilmiş DNA molekülü, 1972 yılında Paul Berg tarafından oluşturuldu. Bir yıl sonra, 1973 yılında da genetiği değiştirilmiş ilk bakteri geliştirildi. GDO keşfi sonrası; organik ürünlerin tek başına yetersiz kalacağı sık sık vurgulanmakta. Açlıktan ölen çocuklar vs. sürekli gündeme taşınmakta. Ama organik olmayan veya GDO ’lu ürün üretiminin en önemli nedenini, potansiyel kazançlarının yüksek olmasına bağlamaktayım. Bu arada 2010 yılında, saygınlığı ile tanınan Lancet Tıp Dergisi’ nin araştırmasında; aşırı kiloya bağlı sebeplerden ölenlerin sayısı, açlıktan ölenlerin sayısının üç katı olarak belirlenmiş. Günümüzde “Besin üretimi ve ticaretinde etik kazanç nasıl olmalı?” sorusu acil olarak cevap beklemekte. GDO ‘nun sağlık ve endüstri alanlarında kullanılmasında fayda görüyorum. Nitekim kullanılıyor da. Ancak tarım ve deniz ürünleri sektörlerinde istenmiyor bu organizmalar hiçbirimizce. Maalesef bu sektörlerde de kullanılıyor. Tüm dünyanın güvenebilmesi gereken, Dünya Sağlık Örgütünün, GDO konusunda daha gür bir sesle konuşmasını bekliyoruz. Net bir tavır oluşturup, bizi yeterince aydınlatmalı. Neyse ki ülkemizde GDO ’lu ürünler, sadece bazı hayvan yemleri ile sınırlı olmak üzere serbest.

Bu arada, çoğu insanımızın pek umursamadığı ama dehşet verici niteliklerde maddeler de katılıyor besinlere. Pizza, hamburger gibi bazı yiyecekleri, aşırı iştahla ve sık sık yediğimizin farkındayızdır. Bunların içindeki Çin tuzu (MSG) denilen bir katkı maddesinin marifeti bu. Besin içeriklerinde E621, diye anılmakta bu etken madde. Lezzetleri çok arttıran bu maddenin kötü yanı ise, bedenimizde ve psikolojimizde birçok önemli tahribat yapması. Katkı maddelerinden sadece bir örnek, MSG. Daha hacim arttırıcı ve renklendirici katkı maddelerinin üzerinde durmadım bile.

Sağlık verileri konusunda insanların en çok umursadığı iki unsur var bana göre. Zekâ ve genel sağlık. Ömrümüzü kısaltan, dikkat çekici birkaç ürün şöyle: Asitli içecekler, cips ve fast food tarzı yiyecekler. Özellikle zekâ ve beyne iyi gelmeyenler ise: Margarin, şekerleme, beyaz şeker, cips, beyaz un, tatlandırıcı, işlenmiş et. Diğerleri tamam da beyaz şeker, beyaz un ve margarinin zekaya zarar vermesi dikkat çekici. Çünkü bunlar, çoğumuzca vazgeçilmez.

‘Yapay et’ kavramı, Hollanda’lı Profesör Mark Post (Maastricht Üniversitesi) tarafından 2013 yılında dikkatimize sunuluyor. O tarihte; fazla maliyetli üretiminden dolayı, yapay et üretimi çok pahalı. Fiyat tavan yapıp et, 300 bin dolar civarı fiyattan satılıyor. Şimdi tabi daha makul fiyatlarda değer bulabilmiş kendine. Bazı bilim insanları (Türkiye’de dahil) yapay et hakkında heyecanlı ve pozitif konuşmaktalar. Oysa bu konuda çoğu insanımız geçerli fikir sahibi. İşin nerelere varabileceği konusunda tedirginler. Bu insanlarımız, doğallığı bozulan her şeyin bize sorun olarak döndüğünün bilincindeler. Ayrıca yapay et, toplum sağlığını bozma konusunda uygun bir zemin oluşturabileceğe benziyor.

Türkiye’ nin, 1980 yıllarında serbest piyasa ekonomisine geçtiği bilinmekte. O tarihlere kadar, hamburger, pizza gibi ürünleri merak eder, onlara gıpta ile bakardık. Ülkemizde nadir bulunun o ürünleri, Amerikan filmlerinden izlerdik. O yıllardan sonra bu ürünlerde hızlı bir tüketim başladı, Türkiye’ de. Bizde de sağlıksız beslenme alışkanlıkları arttı. Sonuçta ise Dünya Sağlık Örgütü’nün 2018, 2019 yılı verilerine göre, her üç kişiden biri obez oldu ülkemizde.

Ülke olarak, besinler hususunda, bizi rahatsız eden komplo teorilerine de sahibiz. Dış güçlerin, besinler üzerinden sağlığımızı bozmaya yönelik çalışmaları olduğu yönünde şüphelerimiz var. Ürememiz, zekâmız ve genel toplum sağlığımız üzerine yoğunlaşıyor bunlar. Bu teorileri ellerindeki verilerle desteklemeye çalışan bilim insanlarımız var.

Şimdilik, “GDO, yapay et, hormonlu gıdalar, katkı maddeleri” gibi maddelerin etkisi çok belirgin değil toplumlar üzerinde. Ancak bir-kaç ‘on yıl’ sonra, bilançonun ağırlığı netleşecek. Kısırlık oranları, ömür uzunluğu süreleri ve başka değişimler çok net gözlenecek. Doğanın bize olumsuz geri dönüşleri saptanacak. O zaman gelince, “Bize bu ürünleri kim, neden yedirdi?” diyemeyeceğiz; kimseye. Tıpkı 50 yıl öncesinin, şimdiki etkileri için hesap soramadığımız gibi.

Özellikle fazla kazanç için yapılan üretimlerin, sağlığımıza yönelik merhamet içereceğine çok inanmıyorum. Belki oyun özellikle ‘bizim’ üzerimize değil. Özellikle bize yönelik olma konusunda çok keskin delillerimiz yok belki. Ancak; ortada büyük potansiyelli mali bir kaynak var ve ilgilenilen asıl şeyin bu olduğu görünüyor. Kar grafiği de pozitifi gösterdikçe sağlığımız pek umursanmayacaktır. Sömürünün başka bir şekli de bu olmalı.