Sevgili okurlarım! Egemenlik ya da hâkimiyet, bir toprak parçası ya da mekân üzerindeki kural koyma gücü ve hukuk yaratma kudretidir. Bu güç siyasi erkin dayattığı yasallaşmış bir üst iradeyi ifade eder. Ulusal egemenlik ya da milli hâkimiyet ise, devletin gücü olan egemenliğin doğudan doğruya ulusa ait olmasıdır. Milli egemenlik, ulus egemenliği ya da hâkimiyetimilliye olarak da adlandırılır.
Ulusal egemenliğin var olduğu devletlerde, kurucu ve yönetici güç bazı kişilerde ya da belli gruplarda değil halktadır. Ulusal egemenliğin en önemli göstergelerinden biri meclis ve onu oluşturan demokratik seçimlerdir. Uluslar bu sayede kendi egemenliklerini oluşturabilirler. Kısacası ulusal egemenlik, kişisel istencin üstünde olan, bölünemeyen, başkasına aktarılamayan, yalnızca ulusun tümünce kullanılabilen egemenliktir.
Egemenliği halka dayandıran görüşle demokrasi fikri ilk kez 19. Yüzyılda bağdaştırılmaya başlanmış ve ancak 20. Yüzyılın ikinci yarısında genel kabul görmüştür. Türkiye’de 23 Nisan 1920’de ilk Meclis’in açılışı, Türkiye milli tarihinin dönüm noktasıdır. 23 Nisan, bütün bir düşmanlık dünyasına karşı ayağa kalkan Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni (TBMM) meydana getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade eder.
Gazi Mustafa Kemal Paşa ilk Meclis’in açılış konuşmasında şöyle demiştir: “…Bütün bir cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir…”
Başka bir deyişle, özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanağı ulusal egemenliktir. Ulu Önder Atatürk’ün deyişiyle, “Ulusal egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar ve yok olur…”
Ancak Türk Milleti, 2017’de gerçekleşen ‘Anayasa Değişikliği’ referandumunda anayasa değişikliğinin doğuracağı sonuçları bilmeden ve anlamdan oy kullanmak suretiyle ulusal egemenlik gücünü Cumhurbaşkanlığı Makamına ‘hoyratça’ devretmiştir. Dolayısıyla da Cumhurbaşkanının gücünün kaynağı 2017’de gerçekleşen anayasa değişikliğidir. O referandumda Türk Milleti, özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanağı olan ulusal egemenliğinden feragat etmiş; kalbini ve vicdanını Cumhurbaşkanlığı Makamına emanet etmiştir. Artık devletin ve milletin başında tek güç ve kudret var. Atalarımızın dediği gibi, mühür kimdeyse Sultan odur. O Sultan ki, 19 Mart 2021’de yayımladığı bir karar ile yalnızca uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmekle kalmamış; aynı zamanda yetki aşımında bulunmak suretiyle TBMM’nin yasama yetkisini de üstlenmiştir.
Son yıllarda ülkemizde; hukukun, adaletin ve evrensel insan haklarının yok olmasının asıl sebebi budur. Egemenlik artık kayıtsız şartsız milletin değildir! Türk Milleti’nin artık seçme ve seçilme hakkı dışında hiçbir egemenlik hakkı yoktur. Mührün kimde olduğu bellidir. Ülke yönetiminde seçilmiş cumhurbaşkanı var ama cumhurbaşkanı yardımcısı da, bakanlar da, bakan yardımcıları da atanmış yetkililerdir. Bu durumda tüm güç ve kudret seçilmiş tek kişinin elindedir; söz onda biter, onun emirleri geçer. O, seçilmiş tek kişi işaret vermeden yürütme, yargı ve yasama
organlarında hiçbir iş ve işlem görülemez. Kısacası; Devlet, tek bir kişinin karar ve onayı ile yönetilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti artık Anayasa’da belirlenen özelliklerini kaybetmiştir; Türkiye’de anayasal bir devlet yok, anayasalı bir devlet var!
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde yürütme erkini yürüten tek kişidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tek kişiden alıp Türk Milleti’ne devrettiği ulusal egemenlik, 98 yıl sonra Türk Milleti’nin çoğunluğu tarafından yine tek kişiye devredilmiştir. Bunun sonucu olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, neredeyse bir asır sonunda yeniden tek kişilik devlete dönüşmüştür. Millet artık egemen değil, Sultan’ın kullarıdır.
Türkiye’de, son yıllarda at izi it izine karışmış; yönetim, Arapsaçına dönmüştür. Oysa demokrasilerde demokrasiyi yok etme özgürlüğü yoktur. Mülkün temeli adalet, adaletin temeli hukuk, hukukun temeli de evrensel insan hakkıdır! Hukukun, adaletin ve insan hakkının sistematik biçimde çiğnendiği bir devlette barış ve huzur olmaz, birlik ve bütünlük kalmaz.
Adalet duygusunu yitiren bir toplumun hayat damarları kuruyor demektir. Çünkü adaletsizlik, sadece toplumu değil, bireysel ahlakı ve vicdanı da çürütür. Böyle bir durumda yasalar önünde eşitlikten, onurlu yurttaşlıktan ve dayanışmacı kardeşlikten dem vurmak düpedüz ahmaklık ya da sahtekârlık olur. Elbette ki böyle bir toplumda “Öğrenci Andı”mızın sözleri, ulusal egemenliğinden bile vazgeçen Sultan’ın kullarına ağır gelebilir….