Ülkemizde bir ‘işsizlik’ hikayesidir sürüp gidiyor. Bu hikâyenin başrollerinde, işsiz-işveren-toplum ve yönetim bulunmakta. İşsizlerin bir kısmı çalışabileceği işi gerçekten bulamamakta. Bu insanların geliri açlık sınırının çok altında. İşsizliğin ana unsurunun onlar olduğu aşikâr. İşsizlik probleminin çözümü, onlardan başlamalı. Çözüm arayışı, daha çok onlara yönelmeli.

Tüm dünya işsizlikten yakınmakta. Ancak biz; dünya sıralamasında, kritik eşiği geçemeyen yerimizi hep korumuşuz. 2021 in üçüncü çeyreğinde, 3 milyon 842 bin işsiz barındırmışız. Bu verilere göre, nüfusumuzun %11,7 si işsiz; bunun %31,7 gibi yüksek orandaki kısmı ise 12 aydan fazla süredir iş bulamamış bir kesim. (TUİK)

Ev hanımları ve 15-18 yaş arası çalışmayanlar da dahil edilmekte işsizlik rakamlarına. Küçük sayılabilecek 15,16,17 yaşlarının öğrencilik yaşı olduğu ve ev hanımlarının da çalışmayabileceği unutulmamalı. İstatistiklerde, rakamların net çıkmamasına sebep olan bu gibi başka faktörler de mevcut. Örneğin baba parası yiyip, iş beğenmeyenler de işsizlik ordusuna dahil.

Ülkemizde ‘masa başı işi’ deyimi var. Bu söylem, memurluk ve benzeri meslekler için kullanılan bir deyim. Bu söz bile, insanımızın “iş ayrımı yapması” ve “işe bakış açısı” konularında aydınlatır bizleri. Belirtilen “işsiz kesim”, her zaman rahat ve yüksek gelirli işler ister. Oysaki yeterli değildir o konularda.

İnsanımız, çalışabileceği her işe sıcak bakmamakta. Kolaylıkla bulabileceği ama ‘zorlanacağını düşündüğü’ ve ‘çok saygın bulmadığı’ işleri hemen elemekte. Aslında bunun özünde, “O işte çalışırsam, eşe dosta ne derim?” psikolojisi de yatmakta. Böyle insanlar, girecekleri işleri özellikle kendilerini iyi hissedecekleri şekilde seçmekte. Bu durum, büyük şehirlerde kısmen aşılabilmekte.

Bazıları da sevdikleri işi hevesle oluşturmakta; ancak bu işlerde, yetersizliklerinden dolayı başarısız olmaktalar. İş potansiyeli sınırlı olan bu sektörlerde yeterli çalışma yapamamaktalar. Sadece bilgili ve yetenekli olanlar ilerleyebilmekte bu alanlarda.

Belki, Nasreddin Hoca’nın bir fıkrası konuyu aydınlatabilir bizlere;

Gece, Hoca’nın eşeği çalınır. Gariban, önüne gelene eşeğini anlatır… Kim üzülür Hoca’nın eşeğine? Her kişiden bir ses:

-Hoca, kapıyı kilitlememişsindir!

-Hoca, niye derin uyudun!

……….

Hoca dayanamaz:

-Bre! O itten mi yanasınız, benden mi? “Hırsızın hiç mi suçu yok?”

Birçok gencimiz, erken yaşta iş sahibi olmayı istememekte. Belki de birçok fırsatı kaçırmakta böylelikle. Sadece diploma için, üniversite okumayı tercih etmekte onlar. Maddi yetersizliklerine rağmen, “diploma sahibi olma modası” hâlâ revaçta o gençler için! Oysa üniversite mezunlarına ihtiyaç olduğu kadar, öteki iş sahalarında da nitelikli elemanlar gerekli.

“Engel sahibi” bireylerin, iş ihtiyacı bazen bizlerden çok daha fazla. Bu özellikteki bireylere sağladığımız imkanlar, bizim gelişmişlik düzeyimizin aynası. Onlara, gelişmiş ülkelerde çok daha fazla imkân tanınmakta. Nihayet, ülkemizde onlara karşı bir farkındalık oluşması sevindirici.

Yatırımlar, çok isabetli yapılamamakta zaman zaman. Üniversitelerin ve meslek liselerinin eğitim planlamaları, istihdamın artmasına yeterli katkıyı sağlayamamakta. Ülkemizde, bazı mesleklere (iş imkânı az meslekler) yönelik eleman yetiştiren okullar ve bölümleri oldukça fazla sayıda. Bunlar; öğrencilerine “iyi bir gelecek” vaadinde bulunamamakta hiçbir zaman. Makine-bilgisayar çağında bile, “makine tasarımı” ve “bilgisayar teknolojisi” alanlarındaki çok sayıda diploma sahibi boşta gezmekte.

Ülkemizde, yeterli oranda kaliteli girişimci de yetişmemekte. Cesaret edip, ticarete atılanların bir kısmı ise iflas etmekte. Bu yüzden, ticaret zor tercih edilmekte; belki de haklı sebeplerle.

Evet; işsizlik büyük ve toplumsal bir sorun, ama bahis konusu insanımız da zaman zaman işsiz kalmak için elinden geleni yapıp, fırsatları elinin tersiyle itiyor. Onlara Nasrettin Hoca misali, şu soruyu sormak mümkün; “Hırsızın hiç mi suçu yok?

Tabi anlaşılırsa!...