Ülkemizde 90’lı yıllara kadar sınırlı sayıda üniversite bulunuyordu. Ancak üniversitelerin ve üniversiteli olmanın ayrıcalıkları vardı. Giriş sınavını kazanabilmek üzerine kuruluydu tüm hayaller. Üniversitelerin kapısından girmek büyük başarıydı. Ancak üniversite mezunlarının, iş bulma yüzdesi oldukça yüksekti. Üniversiteli işsizler ordulaşmamıştı henüz.
İlerleyen zamanlarda, üniversite sayısı ‘özellikle bazı yıllarda’ çok süratli biçimde artış gösterdi. 1992-2007 ve 2018 bu yılların öncüleri durumunda. Tabi yeni açılan üniversite fazlalığı bakımından “1992” lider yıl olarak başı çekmekte. Aslında izlenen hükümet politikaları da üniversitelerin mantar gibi artmasını sağladı bir nevi.
Üniversitelerin sayıları arttırılırken, nitelikleri azaldı. Sayı ile nitelik arasında ters bir orantı oluştu. Üniversite sayısının artırımı konusunda, acele edilince; alt yapı tamamlanamayıp, yeterli sayıda nitelikli eleman da yetiştirilemedi. Vasıflı öğretim görevlileri, belli başlı üniversitelerde yığıldılar. Bu sebeple yeni açılan üniversitelerin birçoğu, eğitim öğretim yönünden çok gerilerde kaldılar ve işsizler ordusuna yeni bireyler kazandırdılar. Verilere göre, Türkiye’ de her bin kişiden 95’i üniversiteli oldu. Yani o yıl, 82 milyon 3 bin nüfus sayımıza karşın, 7 milyon 775 bin üniversiteli öğrencimiz vardı. (EUROSTAT;2019)
Üniversitelerimizin kalite seviyeleri daha iyi durumdayken, öğrenci akademik yeterlilikleri de üst düzeydi. Şimdilerde ise birçok yeni mezun başarısız kariyerini sürdürmekte. Öğrencilerin liyakat konusundaki yetersizlikleri bu durumu perçinlemekte. Bu yeni mezunların bazıları, “Yeterince gelişmemiş” bakış açılarıyla üniversitelerin asıl amacını kavrayamamış gibiler. Üniversiteyi bir eğlence yeri gibi görmekteler. Üstelik bu gençler; üniversiteyi kişisel ve toplumsal ilerleme yeri olarak değil etiket kazanma yeri olarak da algılamaktalar. Üniversite okumayanların cahil kalacağı yönünde bir görüş hâkim toplumumuzda. Halbuki ülkemizde, üniversite bitirmeyip çok iyi yerlerde olanların önemi unutulmamalı.
Enteresan bir durum da öğretim görevlileri hususunda göze çarpmakta. Bazı üniversitelerin görevlendirdiği eğitmenler, vizyon ve yetenek konularında oldukça yetersizler. Belki de onların bilgi birikimlerinde ya da düşünme tarzlarında yanlışları var. Bu durum, üniversite sayısının hızlı ve orantısız bir artış göstermesinin sonuçlarından birisi olmalı.
Bazı devlet üniversitelerimizde ise her şey kalite üzerine yoğunlaşmış olup; sistemleri düzgün işlemekte. Söz konusu üniversiteler, küresel bir yarışın içinde. Bunların öğretim elemanları ve öğrencileri, elit bir grubu oluşturmakta. Bunlar, ülkemizin eğitim ve öğretim lokomotifleri.
Paralı vakıf üniversitelerinin kalite konusu da ayrıca önemli. Gerçekten bu üniversitelerin seçkin olanları eğitim ve öğretimde üst düzey. Zaten uluslararası değerlendirmelerdeki performansları bunun göstergesi. Ancak bazı paralı üniversiteler de sanki birer ticari kuruluş görüntüsü çizmekte. Eğitim ve öğretim amaçlarından çok maddiyat eksenliler bunlar. Bu tip üniversitelerin de işsiz ordusunun artmasındaki payı oldukça belirgin. Bu arada 2021’de, sadece Koç Üniversitesi; dünyada ilk 500 üniversite arasında yer bulabilmiş kendine. (QS 2021).
Özetle, yeni kurulan üniversitelerin önemli bir kısmında açıkça “kalite düşüklüğü” var. Yeni mezunların birçoğu için üniversiteye girmek kolay, iş bulabilmek ise oldukça zor. Artık üniversitelerin bir kısmı saygınlıklarını yitirmekteler. İnsanlar, sadece gösteriş için lisans mezunu olmaya çalışabilmekteler. Bazı üniversitelerin yetersiz müfredatları da bu olumsuzluğun zeminini hazırlamakta. İlaveten, önceden kurulmuş ama vizyonu yetersiz üniversitelerimiz de mevcut.
Peki bu kaostan sıyrılmanın yolları bulunamaz mı? Donanımlı eğitmen sayısının arttırılması; öğrencilerin bilgi ve uygulama konusunda doğru yönlendirilmesi; “başarılı öğrencilere tanınan imkanların ve uluslararası başarıları alanındaki teşviklerinin” arttırılması şeklinde önlemler almak olumlu etkiler oluşturacaktır. Fazla sayıdaki bölümlerin sınırlandırılıp, mezun sayısının azaltılması da niteliği olumlu etkileyecek. Unutmadan, ‘üniversite denetimlerinin yeterliliği’ de tartışılır maalesef!