Bilim ve teknoloji kavramları, birbirlerini tamamlar ve desteklerler. Bilim ile teknoloji üretilir; ancak bilim, teknolojiyi de kullanmak zorundadır bu süreçte. Bu ikili birbirine sürekli muhtaçtır.

‘Gelişmişlik düzeyi’, dünyada gün geçtikçe başka kıstaslar üzerinden değerlendirilmekte. Çok yıllar önce ülkelerin çelik üretimi, gelişmişlik düzeylerini belirlemekteydi. Oysa şimdilerde, bu tip değerlendirme biraz garipsenmekte; özellikle günümüz eğitimli gençleri tarafından. Çünkü gelişmişlik göstergesi olarak bilinen, ‘yapay zekâ, bilişim vb.’ birçok kıstas var zamanımızda.

Dünyanın teknolojik alandaki atılımları, 2. Dünya savaşı sonrası hızlandı. Son yıllardaki teknolojik gelişim; özellikle bilgisayar, iletişim ve yapay zekâ konularında inanılmaz derecelere ulaştı. Bu ve benzer teknolojilerin gelişim hızlarına ayak uydurabilen toplumlar, büyük ülke olabilme konusunda çok avantaj sağladılar.

Ülkelerin zenginlikleri, teknolojik gelişmişlikleri ile çok ilintili genelde. Petrol zengini ülkeler vs. ayrı tutulmakta tabi bu kıstastan.

1923 doğumlu Cumhuriyetimiz, önce sanayiye ağırlık vermek istemiş. Teknoloji konusunda ilk ciddi atılım 1963 yılında TÜBİTAK'ın kurulması ile gerçekleştirilmiş. Bu kurum saygın çalışmalarda bulunmuş şimdiye kadar. Ama yeterliliği konuşulur. Ülkemiz, bilim ve teknoloji konusundaki eksikliklerini ithal bilim adamlarına yönelerek de çözmeye çalışmış zaman zaman.

Türkiye 1983 ile 2003 yılları arası bilişim-elektronik vb. dalları destekleyip geliştirmeyi planlamış. Güney Kore ile amaçlarımız benzeşmekte o zamanlar. Ancak zamanımızda, onlar üst basamaklara tırmanıp, amaçlarına ulaşabilmişler. Biz ise geleceğe yönelik fikirlerimizi kâğıda dökmekle yetinmişiz o yıllarda. Doğal olarak bu çaba da hiç verimli olmamış yıllar boyunca.

Bizi ileri taşıyacak, kıpırdanmamızı hızlandıracak adımlar, 5746 sayılı Ar-Ge kanunu ile 2007 yılında atıldı. 2000'ler sonrası, ülkemizde bilim ve teknoloji adına bir değişimin başlangıcı idi belki de. Bu tarihten itibaren; kimimiz teknoloji alanında ülkece çok geliştiğimizi savunduk ve bununla övündük; kimimiz de teknolojik gelişme seviyemize burun kıvırıp küçümsedik. 2021 yılında Ar-Ge için yönetim bütçesinden 20 milyara yakın kaynak ayrılmıştı bu arada. Bu ayrıntı da “teknoloji” hususunun önemini kavradığımızın göstergesi olabilir.

Yakın zamanlarda, teknoloji konusundaki kalkınmamızı daha çok savunma sanayi alanında gerçekleştirdik. Bilindiği üzere, savunma ihtiyaçlarımız konusunda bazı ülkelere fazlasıyla bağımlıydık. O ülkelerle olan gerginliğimiz, bizi bu konuda yeni teknolojiler üretme çabasına yöneltti. “Kötü komşu, insanı mal sahibi yapar” misali.

Ülkemiz, çoğunlukla bilinen teknolojilere ekleme yoluyla veya onları değiştirip geliştirerek, yenilerini oluşturabilmekte. (Nadiren çok değerli ürünlerin patentlerini de alabilmekte. “İstisnalar kaideyi bozmaz”)

İHA, SİHA vb. ürünlerimizin %100 ünü yapabilecek kapasiteye ulaşmalıyız. Hatta, tüm yerli savunma sanayiinde üretim yüzdemizi yükseltmeliyiz. Ancak bu şekilde stratejik zafiyetlerimiz çok azalacaktır.

Ülkemiz insanları, teknolojiye gerçekten çok hâkim. Ancak bu durum, “üretici” den ziyade “tüketici” olarak geçerli. Başka ülkelerin teknolojilerini kullanma konusunda ilk sıralardayız dünyada. Bu durum, özellikle iletişim konusunda oldukça fazla göze çarpıyor.

Galiba ulus olarak, hedeflerimize yeterince sahip çıkmamış veya uzaklaştırılmışız onlardan tarihimiz içinde. Amaçlarımızdan uzaklaşmamıza sebep olmuş bir sürü etken var tabi. Özellikle hep övündüğümüz jeopolitik konumumuz, aslında bizlere ayak bağı olmuş. Yalnızca bu ayrıntı bile bizi çok belirgin bir hedef haline getirip ilerlememize engel olmuş senelerce.

Ayrıca toplumca, bilimsel konulara karşı çok ilgili değiliz. Bu alana yeterli desteği tam anlamıyla vermiyoruz. Bu tablonun oluşumuna, önemli görünen kurumlarımızın ‘işleyiş’ konusundaki yetersizlikleri de katkıda bulunuyor. Bu konudaki yetersizliklerimizden, sadece sıradan sohbetlerimiz esnasında dem vuruluyor. ‘Atalet’ içerisinde bir toplum olmamız da koşulların hepsini ayrıca tetikliyor.

‘Teknolojide bir ekol olmalıyız’ diye düşünüyor ve bunu istiyoruz. Savunma alanındaki teknolojik kıpırdamaların diğer dallara da sıçrayacağını umut ediyoruz. Teknolojik kalkınmanın sadece savunma sanayinden ibaret olmadığı bilincindeyiz.

Teknolojik ilerlemelerde çok üst seviyelerde değiliz belki ama günümüzdeki bariz kıpırdanışı da fark edebiliyoruz. Adımlarımızın bizi götüreceği yeri, yakın gelecekte net olarak görebileceğiz. Ama kat etmemiz gereken çok yol var daha.