Ruanda, Orta Afrika’da küçük bir ülke. Bu ülke birinci dünya savaşından sonra %90 oranında Hutu, %9 Tutsi ve %1 Pigme kabilelerinden oluşmakta idi. O dönemdeki sömürgeci devletler (Kendi menfaatleri uğruna), bu ülke üzerinde birtakım hain planlar kurdular. Ruanda, nasıl bir oyunun içinde olduğunu hissetmedi bile.
Tutsilere her alanda daha iyi imkanlar sunulurken Hutular bilinçli olarak mahrumiyet içinde bırakıldı. Oysa yakın geçmişte bile, ülke halkı arasında böyle bir ayrım söz konusu değildi. Güçlenen Hutular, 1950’lerden sonra fazlaca desteklenmeye başlandı. Her anlamda Tutsilere bilenen, aşırı uç görüşlü Hutular, 1994 yılı Nisan ve temmuz ayları arasında, bir milyona yakın Tutsi ve ılımlı görüşe sahip Hutu’yu katlettiler. O yıllarda Ruanda hükümeti de soykırıma destek oldu. Tıpkı katliam faili diğer ülkeler gibi.
Günümüzde, 10 milyonu geçkin nüfusu ile bu ülkede ‘Ruandalılık’ söz konusu. Ayrımcılığın önüne bu şekilde geçilmeye çalışılmış. Bu ülkenin kardeş sayılabilecek kabileleri, yeterince uyanık olmayıp, dış zihniyetlere fırsat vermişler! Hatta yem olmuşlar. Böylelikle iç barış korunamayıp, dış güçlerin oyuncağı haline gelinmiş. Düşmanlarına en büyük desteği, kavgaları sonucunda kolayca ayrışarak yine kendileri vermişler. Her devlet ve millet için bu katliamdan çıkarılacak büyük dersler mevcut! Çünkü bu soykırımda, oyun içinde oyunlar bulunmakta.
Yine ikinci dünya savaşından sonra, çok büyük bir Hindistan devleti vardı. Müslüman Pakistan, çoğunluğu Hindu olan Hindistan’dan 1947’de ayrılarak kendi devletini kurdu. ‘Benzer oyunlar sonu’ 1971 yılında, Pakistan da ikiye ayrıldı. Kanlı bir savaştan sonra, Doğu Pakistan’da Bangladeş devleti kuruldu. Bu da başka bir parçalanma örneği. Yine bölünme sonrası sorunlarla boğuşan üç ayrı devlet. Ve yine dökülen kan sonrası; yaptıkları sonrasında, arabulucuymuş gibi davranan, yapıcı role bürünen art niyetli devletler! …
Sömürgeci zihniyetler, hiçbir coğrafyada kendilerinden büyük ve huzurlu bir devlet istememekteler. Bu nedenle ülkeleri, küçük parçalara ayırmaya çalışmaktalar. Girdikleri ülkelerde de mutlaka büyük sorunlar bırakarak ayrılmaktalar. Tabi böylelikle o ülkeleri kolayca idare edebilmekteler. O “kurban ülkeler” dış zihniyetler ile mücadele edecek gücü kendilerinde bulamamakta.
Sömürgeci güçlerin, her ülke için oynayabilecekleri farklı oyunları da mevcut bu arada. Ülkelerin zaafları birbirinden oldukça farklı. Her kesim, kendisini ulusal zafiyetleri çerçevesinde değerlendirip, uyanık olmalı. Birçok ülkede dış zihniyetler tarafından, dil, din, ırk, mezhep ayrışımları yapılmaya çalışılmakta! Bu konuda kan akıtma tecrübesi olan art niyetli ülkeler, yıkıcı amaçlarına da oldukça kolay ulaşabilmekteler. Ancak her ülke bir Afrika ülkesi olmayıp; bu faaliyetlere karşı güçlü bir şekilde direnen ülkeler de mevcut. Bu ülkelerin insanları da ayrımcılığa karşı, birleşmiş ve tek vücut olarak savaşmaya kararlı bir yapı sergilemekteler.
İletişim ve bilişim çağında, bu oyunlara karşı farkındalık artmış durumda. Bu çağda art niyetli oyunlar, teknoloji üzerinden de oynanmakta. Tabi oyunların türleri ve oynanma biçimleri de yıldan yıla değişmekte. Bu değişimi fark edemeyenler, ayak uyduramayanlar yine risk altında. Bu arada eski oyun şekilleri de tam olarak rafa kalkmış değil. Sanılanın aksine, ‘güç’, ‘sinsi oyunlar’ ve ‘art niyet’ hala o zihniyetlerin elinde.
Maalesef çoğu ülke, bu yıkıcı siyasetlerden, kendine özgü oranlarda etkilenmekte! Ülkeler, kötü niyetli oyunlara bazen hazırlıksız yakalanmakta. Oyunlara, aniden yakalanmaları oranında da etkilenme oranları artmakta. Ancak, “Zararın neresinden dönersen kardır.” Sözü ile hareket etmek önemli! Her ne kadar oyunlar, bitip tükenmek bilmese de…