Çoğu kadın bu cümleyi duymuştur..
Ergenliğin en fırtınalı döneminde, kız çocuğu olmakla kadın olmak arasında bir yerde, annenizin dudaklarından dökülen bu cümle bir anda yumak olup dolanmıştır belki sizin de yüreğinize. Anne olunca anlarsın!
Anne olmak beraberinde kaygıları da getiriyor. En iyisine sahip olsun isterken, anlatılamıyor bazen o yük, işte böyle taşıyor. Sonra bir cümle çıkıyor dudaktan, diyor ki yaşayınca öğrenirsin!
Kızlar ve anneleri arasında oldukça kuvvetli bir bağ vardır. Bunu ilişkinin yakınlığı anlamında söylemiyorum. Hem cins olmanın doğası gereği, kız çocukları ve anneleri arasında sözsüz bir anlaşma yapılır. Kadın olmanın yükü, bir nesilden diğerine aktarılır böylece.
Anne, kendi kadınlığına ait ne varsa onu anlatır, gösterir ve bazen de istemeden sunar kızına bunları. İstekleri, arzuları, eksik kalan hayalleri, tamamladıkları, başarmak için feda ettikleri bir bir dizilir kız çocuklarının ömrüne. Bir ikilem başlar sonra, annem gibi olmak ve annem gibi olamamak.
Genellikle kendini savunmak ve içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmak için anneler kızlarına karşı büyük bir eminlikle söylenirler: Sen hele bir anne ol, o zaman anlarsın beni! Karşısında duran kız çocuğunun içindeki kadın ise cevap verir: ben büyüyünce senin gibi bir anne olmayacağım!
Olmamış mıdır sahiden?
Bu ironik dialoglar anne ve kızı arasındaki var olma ile yok olma mücadelesini düşündürür hep bana. Büyük bir sevgiyle annenin bir parçası olmakla, tam da ona ait bir parça olamamak. Bu ikilem, o kız çocuğu anne olduğu gün tekrar hatırlanır!
Kız çocukları anne olunca, annelerde kızları ‘ANNE’ olduğunda anlar!
Ne kadar benzediklerini ve bir o kadar da farklı olduklarını!
Kadınların, doğum yaptıklarında yanlarında annelerini isteme sebebi belki de budur. Birlikte anlamak..
Çünkü benzemek kadar benzememek de tehlikeli anne kız ilişkisinde. Sınır olmalı, kız çocuğu kadın olmalı, annesinin güzelliğini taşımalı koynunda, hüznünü değil. Ancak o zaman anne olduğunda bebeğine aktaracaklarını sindirebilir yüreğine.